Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hoca bir seminerde şu misali anlatmıştı:
Farz et ki sen Hz. Peygamber’in (sas) Bedir Savaşı’nı yaptığı gün o civarda develerini güden bir çobansın. Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam ile Ebu Cehil taraftarları Bedir Kuyuları yakınında savaşa tutuşmak üzereler…
Eğer, sen “Şöyle bir yüksek tepeye çıkayım da yaşanan savaşı seyredeyim” dersen kâfirler zümresinden olursun.
Eğer, “Yarabbi, bunlardan kim haklı ise ona yardım et” diye dua edersen, yine kâfirlerden olursun. Çünkü sen bu dünyaya hangisi haklı, hangisi haksız bilmek için gönderilmişsin. Bu ayırımı, haklı-haksız, hak-batıl ayırımını yapamayan mümin olamaz.
Eğer, “Yarabbi, peygamberin Hz. Muhammed’e (sas) yardım et, onu muzaffer kıl” diye dua edersen günahkâr bir fâsık olursun. Çünkü o dua etme zamanı değil, eyleme geçme anıdır.
Eğer hakiki bir mümin isen yapacağın şudur: Olaydan haberdar olur olmaz, yerinden öyle bir fırlayışla fırlayacaksın ki, savaş alanına kadar birkaç kez yüzüstü yere kapaklanacaksın. Eline ne geçerse, ne bulursan onunla saldıracaksın!”…
Evet… Allah’ına kul olmayan davasına er olamaz.
Evet… Bir çiçekle bahar olmaz; ama her bahar bir çiçekle başlar.
Evet… Biz seçimler için değil, gelecek nesiller için çalışıyoruz.
Evet… Bizim yaptığımız iş cihad. Cihad bir insanlık vazifesidir, ibadetlerin en büyüğüdür.
“Davamızın esası şefkat, gayesi ise bütün insanlığın saadetidir.”
Sinop Kadı Vekili Mehmet Sabri ile Kamer Hanım’ın dört çocuklarının en büyüğü…
Hep sınıfının birincisi…
Harikulade bir zeka ve ilkeler manzumesi…
Diyordu ki; “Bazen bize soruyorlar; ‘Bütün okulları birincilikle bitirmişsiniz. Deha seviyesinde bir beyne sahipsiniz. Bilim dünyasında büyük buluşlara imza atmışsınız. Bir bilim adamı olarak kalıp, ilmî buluşlara imza atsaydınız, insanlığa bu şekilde hizmet etseydiniz daha iyi olmaz mıydı?’ Bizim cevabımız şudur: ‘Bir üniversitede profesör olabilirsiniz. Nobel ödülleri de alabilirsiniz; ama ülkenizin insanı bugün olduğu gibi açsa, sefalet ve zorluklar içerisindeyse, dünyada 300 bin çocuk yoksulluk içinde, açlıktan ölüyorsa, sizin Nobel ödülleriniz ne işe yarar?'”
İlköğrenimini, Kayseri’de başlamasına karşılık babasının tayin olması dolayısıyla Trabzon’da tamamladı. 1937’de orta tahsile başladığı İstanbul Erkek Lisesi’ni 1943’te birincilikle bitirdi.
Üniversiteye sınavsız giriş hak kazanmış olmasına rağmen sınava girmeyi tercih etti. Merhum Erbakan’ın öğrenime başladığı yıl olan 1943’te, öğretim süresi altı yıl olan Yüksek Mühendis Mektebi üniversiteye dönüştürülerek adı İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) olarak değiştirildi ve öğretim süresi beş yıla indirildi.
Bu nedenle Erbakan kendisinden önce okula başlayan öğrencilerle birlikte tahsiline 2. sınıftan başladı.
Teknik üniversitedeki dönem öğrencileri arasında Süleyman Demirel ve Turgut Özal da vardı. İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi’nden 1948 yılında mezun oldu. Aynı yıl “Motorlar Kürsüsü”nde asistan oldu (1948-1951). Bu süreçte öğretim üyesi olarak Prof. Dr. Selim Palavan’la beraber motor dersi verdi.
Üniversite tarafından 1951’de gönderildiği Almanya’da RWTH Aachen’de (Aachen Teknik Üniversitesi) doktorasını yaptı. Klockner Humboldt Deutz AG motor fabrikasına davet edildi. Alman Ordusu için araştırma yapan DVL Araştırma Merkezi’nde Prof. Dr. Schmidt ile çalışmalar yaptı ve Alman üniversitelerinde doktorasını verdi.
1969’da Adalet Partisi’nden (AP) milletvekili aday adaylığı Süleyman Demirel tarafından veto edildiği için Konya’dan bağımsız aday oldu ve iki milletvekili seçtirecek oy alarak milletvekili seçildi. 17 Ocak 1970’te 17 arkadaşıyla Milli Nizam Partisi’ni (MNP) kurdu. Ancak parti 12 Mart 1971 Askeri Müdahalesi’nden kısa süre sonra, “laikliğe aykırı çalışmalar yürüttüğü” iddiasıyla açılan dava sonunda 20 Mayıs 1971’de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı…
***
Gelenekten kopmadan, asrın idrakine yerel ve milli olanı sunan adam…
Milli Görüş Hareketi’nin kurucusu, hocası…
Dünyadaki 85 yıllık ömrüne kıymetli eserler sığdırdı.
İnsan yetiştirdi…
Kadrolar kurdu ve o kadrolara hedefler gösterdi…
Yerel ve milli olan kadim bilgiyi sundu…
Bunun adına Milli Selamet, Milli Görüş, Milli Nizam ve Refah dedi…
1954’te, 27 yaşındayken İTÜ’de doçent oldu. Araştırmalar yapmak üzere altı aylığına tekrar Almanya’nın Deutz fabrikalarına gitti.
Mayıs 1954-Ekim 1955 arasında askerlik yaptı. Tekrar üniversiteye döndü.
1956-1963 arasında 200 ortaklı ilk yerli motoru üretecek olan Gümüş Motor’u kurdu ve motor üretimini gerçekleştirdi.
1965’te profesör ünvanını aldı. 1967’de Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Genel Sekreterliği’ne seçildi. Aynı yıl, TOBB’da sekreteri olarak görev yapan Nermin (Saatçioğlu) Erbakan’la (1943-2005) evlendi…
***
İdealist ve aksiyoner bir dava insanı idi O…
Dost ve düşmanın takdirlerini toplamış zarif biri…
Hem İslami ilimlerdeki yetkinliği ile ‘Hoca’, hem dünyevi ilimlerde ‘profesör’…
Din ve fen ilimlerini birlikte aynı potada eritip onlardan iki kanat nasibi ile nasibdar olmuş kıymetli bir bilge lider…
Milli Görüş Hareketi’nin tarihindeki en büyük başarıyı elde ettiği 1995 seçimlerinde Refah Partisi, aldığı yüzde 21,37 oy oranı ve kazandığı 158 milletvekili ile birinci parti oldu.
Doğru Yol Partisi (DYP) ile Anavatan Partisi (ANAP) arasında kurulan kısa ömürlü koalisyon hükümetinin istifasından sonra DYP ile kurduğu REFAHYOL hükümetinde, 28 Haziran 1996’da başbakan olarak göreve başladı.
Koalisyon hükümeti başbakanı olarak görevde olduğu 1996-1997 arası 1 yıllık dönemde Türkiye ekonomisi yüzde 7,5 oranında büyümüş ve Türkiye’nin GSMH’si dünya toplamının binde 11,96’sından binde 12,37’sine yükselmiştir.
Yapılan reformlar arasında, kamu kuruluşları arasında havuz sisteminin kurulması ve gelişmekte olan halkın çoğunluğu Müslüman ülkelerden 8 tanesini biraya getiren D8 oluşumu gösterilebilir…
***
Yıllarca tartışıldı…
Ömrü boyunca hedefteki mücahid adam idi…
Laiklik ve Atatürkçülük tartışmaları sonucunda, “post-modern darbe” olarak adlandırılan 28 Şubat Süreci ile Erbakan istifa etmeye zorlansa da bu teşebbüs ilk etapta başarıya ulaşamamıştır (Koalisyon 30 Haziran 1997’ye kadar devam etmiştir).
21 Mayıs 1997 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, “yasadışı bazı eylemlerin odağı olmaya başladığı ve bazı üyelerinin laik rejimi hedef alan girişimleri” nedeniyle Refah Partisi’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne dava açtı.
Başsavcı Vural Savaş, dava ile ilgili yaptığı açıklamada partinin “laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline geldiğini ve ülkeyi giderek bir iç savaş ortamına sürüklediğini” belirtti. Dava devam ederken Erbakan, başbakanlık görevini Tansu Çiller’e devretmek amacıyla 18 Haziran 1997’de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e istifasını sundu…
***
Milletin adamı olan ve bu milletin bağrından kopup gelen Erbakan, mücahede ve müdafaa dolu yaşamında defalarca paralelcilerin, kumpasçıların, vesayet ve darbecilerin gadrine uğradı…
Milli görüş aksiyonerlerine her defasında hatırlatırdı: “Akıl, İslam ve imanın emrinde olursa en büyük nimet, nefsin ve şeytanın elinde olursa en büyük felaket olur. Dünya hayatı, çok önemli bir imtihandır. Müminler için esas olan ahirete imandır. Nefeslerimiz sayılıdır, bunlar Allah yolunda harcanmalıdır. Çünkü ölüm bize çok yakındır. İslam’ın temeli olan hakiki bir iman ancak sahibini kurtarabilir.”
Profesör Necmettin Erbakan, 19 Ocak 2011’de ayağında nükseden damar iltihabı rahatsızlığı sebebiyle hastanede yoğun bakım altına alınarak bir süre tedavi görerek taburcu edilmesinin ardından, kısa süre sonra solunum ve kalp yetmezliği rahatsızlığı sebebiyle kaldırıldığı Ankara’daki Güven Hastanesi’nde yoğun bakım altında uygulanan tüm tedavilere rağmen solunum yetmezliğine bağlı, kalp ve çoklu organ yetmezliği sebebiyle 27 Şubat 2011 sabahı saat 8:50’de doktorlarının muayenesi esnasında koroner arter rahatsızlığı sonucu şuurunu yitirerek komaya girmiş, saatler aynı sabahın 11:40’ını gösterirken doktorların tüm müdahaleleri ile yaşamsal işlevlerinin desteklenmesine rağmen vefat etti…
Vasiyetine uygun olarak resmi devlet töreni tertip edilmemiş ve 1 Mart 2011 Salı günü önce Ankara’da Hacı Bayram Camii’nde sabah namazına müteakip cenaze namazı kılındıktan sonra, cenazesi İstanbul’a getirilerek öğlen namazını müteakip Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazı sonrasında Zeytinburnu Merkezefendi Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Kabrine, sevenleri tarafından Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden getirilen topraklarla birlikte Kudüs, KKTC ve Boşnak lider Aliya İzzetbegoviç’in mezarından getirilen topraklar serpilmiştir.
Cenaze merasimine Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, Genel Başkanlar, Bakanlar, Milletvekilleri, Türk Silahlı Kuvvetleri Mensupları, Büyükelçiler, Belediye Başkanları, partililerin yanı sıra 60 ülkeden cemaat ve hareket liderleri ile temsilcileri katılmış, cenaze namazı iki milyonu aşkın kişi tarafından kılınarak, naaşı aile kabristanın da bulunduğu Merkezefendi Mezarlığı’na defnedilmiştir…
***
“İmanla küfür bir kalpte birleşmez ve barışmaz. Her gece en son kıldığımız vitir namazındaki Kunut duasını okurken, Allah’a şu sözü vermeden başımızı yastığa koymuyoruz” diyordu: “Ya Rabbi, facir ve fasık kimselerle bütün bağlarımızı kestik ve senin dinini yıkmak isteyenleri terk ettik.”
Facir; itikâdı bozuk, görüşü batıl olan kişilerdir. Fasık ise, ameli bozuk, ahlâkı berbat kimseler demektir. Acaba biz Müslümanlar, Allah’a verdiğimiz bu sözü tutuyor muyuz?
Mekke’den, Medine’den, Şam’dan, Bağdat’tan, Diyarbekir’den, Semerkand ve Buhara’dan, İstanbul’dan yükselen sesin sesi idi Hoca…
Ertuğrul Gazi ile Selahaddin’in çocuklarını İslam bahçesi gülistanında yeniden bir araya getiren kumandan idi…
Kolay kolay kimseye nasib olmaz bunca sevgi…
Ne oyla ölçülür ne de başka bir sayıyla…
Rahmet Ona…
Dua ona…
Selam Ona…
“Zor bir yolda yürümek mecburiyetinde olan insanlar, yolda yürümeye başlamadan önce gönüllerinde ve zihinlerinde yürümek ve yol almak zorundadırlar. Evvela, bu yolu ben nasıl aşarım, korkusundan kurtularak yola çıktıklarında görürler ki, yol zor da olsa bir müddet sonra aşılmış yürünmüş ve hedeflenen yere gidilmiştir. İşte o zaman, insanların yüreklerinde, aslında yolun zannedildiği kadar zahmetli olmadığına ve bütün sıkıntılı yolların aşılabileceğine dair bir iman doğar.”