Bugün -açıkça telaffuz edilmese de- “İslam Devleti Örgütü” (DAİŞ/IŞİD), Avrupa’da yükselen İslamofobyanın ve aşırı sağ akımının en güçlü destekçisi olarak kabul edilmektedir. Bunun sebebi, bu örgütün icra ettiği fonksiyondur. Nitekim DAİŞ bir süredir dünyadaki ırkçılık çığırtkanlarının ziyadesiyle yararlandığı bir örgüt haline gelmiştir. Aynı işlevi daha önce 11 Eylül olaylarıyla başlayan süreçte el-Kaide üstlenmişti. Özetle ifade edecek olursak; bu örgütlerin ulus oluşturma gibi bir projeleri olmadığı gibi felakete yol açmaktan başka bir şey beceremediklerini de görüyoruz.
Büyük mücahidler olarak hatırladığımız Ömer Muhtar’ın Libya’da, İzzeddin Kassam’ın 1936’da Filistin’de, aynı dönemlerde Şeyh Bedreddin Hüsni ile öğrencilerinin Şam’da, benzer şekilde Sudan’da Mehdi devriminde, 1960 öncesinde Cezayir’de ve Fas’ta mücahidlerin ortaya koyduğu mücadelelere baktığımızda bunların önemli ortak özellikleri olduğunu görürüz.
Sıraladığımız bu örneklerin tamamı “İslami” hareketler idi. Hepsi İslami değerleri yüceltiyorlardı. Hepimizin aşina olduğu bir İslam davası güdüyorlardı. Onlar, bugün Bağdadi’nin ya da el-Kaide uzantılarının savunduğu bir İslam anlayışını asla savunmamışlardı. Zira bu türedi örgütler Müslümanları tekfir ediyor ve kanlarını dökmeyi helal görüyorlar! Savaşı Batı devletlerindeki sivil insanlara yönlendirmeyi mubah sayıyorlar! Böylece Batı ülkelerinde yaşayan Müslüman topluluklara karşı büyük bir kin ve nefret dalgasının oluşmasına ve yayılmasına hizmet ediyorlar!
El-Kaide ve Bağdadi gibileri insanların akidesini bozdular! Gerçek İslam’ın bu olduğunu iddia ederek insanlara yeni fikirler aşılama operasyonları yürüttüler. Bu örgütler elde ettikleri geçici zaferlerle bu iddialarını pekiştirmeyi fırsat bildiler. Böylece, olayların perde arkasını göremeyen bilinçsiz bir Müslüman gençlik kitlesini saflarına çekmeyi başardılar. Ortada bu gidişatı destekleyen başka gerekçeler de vardı. Mesela, İslam ümmetinin uzunca bir süredir yaşamakta olduğu hezimet ve müzmin hale gelen yenilgi psikolojisi, gençlerin zafer atmosferini tatma arzusu… İşte, bahis konusu örgütler gençlere bu hayali zafer havasını tattırmayı başarmışlardır.
Oysa İslam ümmetinin yaşadığı hezimet dış kaynaklı değil iç kaynaklıdır. Yaşadığımız hezimet bir taraftan geri kalmışlığımızla, diğer taraftan bozuk dinî kurumlarla ilgilidir. Bu kurumlar bozuk karakterli yöneticilerini mukaddes şahıslar olarak lanse etmektedir! Dolayısıyla hezimetimizin sebebini dışarıda değil önce içeride aramamız gerekir.
Öte yandan, geçici bir tatmin sağlayan sahte ve sanal zaferler, bölge halkları olarak kendi aramızda ortaya çıkmaktadır. Yani, birbirimiz aleyhine kendi aramızda savaşa tutuşuyor ve birbirimizin boğazlıyoruz! Dolayısıyla elde edilen sahte zaferler ümmetin geleceği adına hiçbir yarar doğurmamaktadır! Bu marazi yaklaşım ümmeti kalkındırmayacağı gibi onun eğitim düzeyini de yükseltmeyecek, bir savaştan öbürüne sürüklenmekten başka hiçbir işe yaramayacaktır!
Bütün dünya halkları Ömer Muhtar ve diğerlerinin mücadelesine saygı duymuştur. Bu yüzden o direnişlerin yanında yer almışlar, Arap coğrafyasından sömürgecileri gönderebilmeleri için onlara destek vermişlerdir. Oysa bugün bütün toplumlar DAİŞ’in ve ona benzer örgütlerin karşısında durmaktadır. Çünkü bu örgütler, halkların hiç aşina olmadığı aykırı tutum ve davranışlar sergilemektedirler.
Çeviri: Fethi Güngör