Mücadelesi olmayanın zaferi de olmaz!

Abone Ol

Bugün dünya gıda arzında nasıl bir denge var?

Açlık kapıda diye insanları korkutan gıda baronları insanlığın emeğini ve umudunu âdeta sömürüyor!

Evet, dünya gıda varlığının yüzde 60'ını 800 milyon insan tüketiyor.

Geriye kalan 7 milyardan fazla insan ise yüzde 40 ile yetinmek zorunda bırakılıyor.

Bir avuç mutlu azınlık, 8 milyar insana rol biçiyor!

Rusya-Ukrayna Savaşı, Suriye iç savaşı, Sudan iç savaşı, Afrika ülkelerinde yaşanan istikrarsızlıklar, İsrail'in Gazze'de giriştiği katliamlar…

Bütün bu gelişmeleri sıradan savaşlar olarak yorumlamak saflık olur.

Kan pazarının tam da ortasında enerji, gıda ve su savaşları yatıyor. Yaşananlar gıda kaynaklarını paylaşma mücadelesinden başka bir anlam taşımıyor.

Fillerin tepinmesinden karıncalar gam çekiyor!

Özetle…

Geleceğimiz; su, gıda, enerji politikaları ve insan hareketlerine bağlı…

Devlet aklı bu paralelde politikalar geliştirmeli ki Türkiye Yüzyılı kutlu bir anlam kazansın.

Son günlerde ilginç bir tartışma konusu gündemimizi meşgul ediyor.

Türkiye'den, dünyanın farklı ülkelerine ihraç edilen birçok gıda ve tarım ürünü gümrük kapılarından geri dönüyor.

Türkiye'nin gıda ve tarım ürünleri neden gümrük duvarına tosluyor?

Gıda suistimalleri sebebiyle...

Mandalina, domates, kuru incir, kuru yemiş, maden suyu...

Aşırı bor kalıntısı normal seviyenin 10 katına varan aflatoksin, küf, pestisit kalıntıları...

Birçok üründe benzer sıkıntıların artış göstermesi ürkütücü! Ya da yeni duyulduğu için biz arttığını zannediyoruz.

Türkiye'yi kimler rezil ediyor? Bu ürünleri kimler bu hâle getiriyor?

İlgili bakanlıklar bu konuda neden suskun kalıyor?

İç piyasada gıda hilesine başvuran, taklit ve tağşiş yapan firmalar çarşaf çarşaf listeleniyor ve kamuoyuyla paylaşılıyor. Peki, gümrük kapılarından geri dönen ürünlerin akıbeti ne için açıklanmaz? Bu ürünleri bu hâle getiren, Türkiye’nin gıda ihracatına darbe vuran tamahkâr şahıslar ve firma isimleri kamuoyuyla neden paylaşılmaz?

Öz güven kaybının, itibar zedelenmesinin zirvesini yaşıyoruz.

Tonlarca ürün, emek, alın teri heba olup gidiyor.

Alın size israf!

İsraf demişken… Bakın kamu israfları aldı başını gitti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olaya müdahale etmek zorunda kaldı.

İsraf çarkının sadece bir dişlisinin bize neler kaybettirdiğine veya neler kazandıracağına dikkati çekmek istiyorum.

Sadece danışman sayılarını ve onların devasa giderlerini frenleyerek elde edilen bütçeyle ulusal bir denetim/kontrol ve pazarlama ağı kurulabilir. Dolayısıyla Türkiye'nin gıda ve tarımda üretim, tanıtım ve pazarlama sıkıntısı kalmaz.

Doğru ve doğal üretildiği sürece, Türkiye’de ne kadar çok ürün üretilirse üretilsin satış korkusu yaşanmaz; ürünler zayi olmaz ve dünyanın farklı ülkelerine satılması mümkün olur.

Siyasi vurdumduymazlık, yerel sorumsuzluk, geciken adalet, bürokratik oligarşi…

Gittikçe büyüyen bir tehlike olarak karşımızda duruyorlar.

Bütün bu olup bitenlerin neticesinde bizi ürküten bir gelişmeden bahsetmek istiyorum; vazgeçmek!

Adalet sisteminin ağır aksak işlemesi, umutsuzluk, amaçsızlık, boşvermişlik…

Evet, insanımız özellikle de gençlerimiz vazgeçmek üzereler. Mücadele etmekten, üretmekten vazgeçersek kaybederiz!

İşte bu tehlikelerin en büyüğüdür.

Zira hayat mücadeleden ibarettir.

Mücadelesi olmayanın hikâyesi olmaz! Mücadelesi olmayanın zaferi de olmayacaktır!