Mor dudaklı İstanbul’un dilinden…

Abone Ol

İstasyon ve duraklarında, unutulmuş her poşetten şüphelenilen şehrin dar, inişli ve çıkışlı sokaklarında, yürüyüp gidiyorum Aziz Mahmut Hüdayi dergahına

Amacım Hızırla kırk dakika…

Yolumun sonunda boğazın esintileri utangaç bir sevgili gibi öpüyor yanaklarımdan.

Ve ben en delikanlı tavırlarımı takınarak, cigaramdan derin bir nefes çekerek, omuzlarımı kaldırarak tam göğsüme yaslayacakken onu, mor dudaklı istanbul’un dilinden çalıntı bir kelimeyle elimden bir Suriyeli muhacir çocuk kapıveriyor.

‘Abi Mendil…’ sözüne cebimdeki bütün bozuklukları çıkarıp cevap veriyorum.

Muhacir çocuk, gönlümü öyle çaresiz ve dağınık bir şekilde ardı-sıra sürüklerken, bir muhacir çocuğu olan ben cadde ortasında, avucunda sıktığı kağıt paraları buruşturup kala kalıyor.

Çünkü bilirim erkek çocukları yağız bir at okşayışı şevkati ansızın büyütebilir.

Tam ardından koşup dağınık saçlarından öpmeye niyetleniyorken, kaba bir ses ayaklarıma pranga gibi vuruluyor: ‘Yav bıktık bunlardan Suriyeli dilencilerle doldu sokaklar…’

Kasketli yaşlı adamın bu çıkışına tam sırtının ortasından hançerlenmiş gibi içerliyorum.

Kara bir irin akıyor içerlenmiş hançerin kabzasından, acıyla Halepte yıkıntılar arasına dalıp şehit olan çocukların tebessümünden cesaret alarak yaşlı adama birden dönüp kasketinin ne kadar çirkin olduğunu haykırıyorum.

Anlıyorum neden mor İstanbul’un dudakları, neden utangaç bir sevgili gibi boğazın esintileri öpmekte insanların yanaklarını…

O ürkek gülüşlerinden bir tutam yakalamak için muhacir çocukların, bir ensar telaşı içinde sokak sokak dolaşıyorum.

Ve Hızır, ta boğazın derinliklerinden ‘Nafile’ diye sesleniyor, ‘Ben senin kapını bir daha bir Suriyeli muhacir çocuk kılığında çalmayacağım’ diye ekliyor.

Çaresiz, kollarım düşüyor iki yanıma.

Gözlerimi güneş gözlüğümün karanlığına saklayarak, dergaha selam verip geçiyorum.

Feraceleri rüzgar gibi dalgalanarak yürüyen kızlar arasından geçerek, fatiha okuyabilmek için sarkan göğüslerini saklamaya çalışan çağdaş kadınların arasından sıyrılıp kendimi yokuşlara vuruyorum.

Önümü kesen BMV jeep den inen, kalın güneş gözlüklü, feraceli kadınlar ve cübbeli, sarıklı sakallı delikanlılar ‘Hızırı’ nerede bulabileceklerini soruyor.

Tam ben şaşkınlık içinde nasıl bir cevap vereceğimi düşünürken bir ses, ‘Sağdaki sokak, 3. dükkan’ demesin mi…!?

Heyecanla peşi sıra yürüyorum.

Önlerine çıkan çocuğu itekleyip düşürüyorlar, çocuğun dökülen mendillerini toplarken, söylenerek başımı kaldırıp ardlarından bakıyorum, ‘HIZIR hac malzemeleri’ levhasını okuyunca bir gülme alıyor beni.

Gülmem, mendillerini topladığım çocuğa vermek için döndüğümde, heyecanla ürperiyorum.

Ogün Hızırla kırk dakika geçiriyorum…

Ve anlıyorum ki herkesin gönlüne göre bir hızırı var vesselam…