Moğolistan günlükleri: Bozkırın çocukları – 4

Abone Ol

Moğolistan günlükleri: Bozkırın çocukları – 3

4 Eylül 2014 Perşembe

Nogoonnuur Bölgesi

Bayan Ölgii’den Sabah 05:00’te yola çıkıyoruz. Esenjol’un kayınpederinin bulunduğu Nogoonnuur Bölgesi Moyin Yaylası’na gideceğiz. Bir sürprizle karşılaşıyoruz. Arabamızda yakıt yok ve elektrikler kesik. Birkaç petrol istasyonuna yanaşıyoruz görevliler elektrik olmadığı için yakıt veremiyoruz diyorlar. Jeneratörlerinin çalışmadığını söylüyorlar. Yaklaşık bir saat kadar benzinciler arasında dolaşıyoruz. Sonunda bir istasyonun yanında küçük kulübede uyumakta olan görevliyi ısrarla uyandırıyoruz. Genç bir adam kalkıyor ve jeneratörü çalıştırarak yakıt alıyoruz. Saat 06:00 sularında hava hafif aydınlanmaya başlarken yola koyuluyoruz. Derin vadiler, yüksek tepeler arasından toprak yoldan ilerlemeye devam ediyoruz. Tepeler bitiyor etraf aydınlanınca bir derenin kenarından aşağı doğru ilerlemeyi sürdürüyoruz. Yolda derenin kenarında Rus malı bir cipin altına yatmış bir adamla karşılaşıyoruz. Adam patlayan lastiği değiştirmeye çalışıyor. Bu yollarda tekeri patlamayan araba olamaz diye düşünüyorum. Bu yollarda tekerin patlaması demek; eğer malzemen yoksa yarım gün beklemek demek. Bu yollardan 2-3 saatte bir ancak araba geçer. Bizde arabayı durdurarak onlara yardım ediyoruz. Sonra dere bitince yine düz bir vadiye çıkıyoruz. Vadiye girerken birkaç taşın üzerine başka bir büyük taş konmuş ve üzerine bir şeyler yazılmış bir kayalık dikkatimizi çekiyor. Esenjol bu taşın dayısıyla bir arkadaşının trafik kazasında ölmelerinden dolayı buraya konulduğunu söylüyor. Koca bozkırlarda yalnız bir mezar işareti. Düz vadinin arka taraflarında nokta şeklinde çadırlar görülüyor. Sağ tarafta bulunan dağların eteğinde yeşil alanlar var. Toz duman içerisinde yola devam ediyoruz. Hızlı gitmeye çalışıyoruz çünkü çadırdan hayvanların ayrılmasını görüntülemek istiyoruz.

MOYİN YAYLASI

Yaylaya vardığımızda sürü çadırın yanında bekliyordu. Koyunlar, keçiler, inekler, yaklar, atlar ve köpekler adeta sefere çıkıyormuş gibi hazırlık içerisindeler. Çadırın kapısında 50 yaşlarında bir adam, yanında bir genç, orta yaşlı bir hanım efendi, genç hamile bir bayan bizi çadırın önünde karşıladılar. Bir gün önce markette bulduğum Türk malı çikolatayı kendilerine takdim ediyorum. Moğolistan’da marketlerde çok sayıda Türk ürünü bulmak mümkün. Çikolatalar, bisküviler, maden suları gibi çok sayıda ürün vitrinleri dolduruyor. Dostça, birazda merakla bakan gözlerle karşılanıyoruz. Çadıra buyur ediyorlar ama biz otlamaya gidecek sürüyü çekmek istiyoruz. Çeşitli detaylar aldıktan sonra koyun ve keçilerden oluşan sürü otlamak üzere çadırın yanından ayrılıyor. Biz çadırlara vardığımızda iki genç (12-15 yaşlarında) sürünün yanında bekliyordu. Bu gençler Kur’an Kursu öğrencileriymiş zekat için verilen 2 koyunu alarak uzaklaşıyorlar. Genelde sürülerin başında çoban yok. Sürüler geniş bozkırlarda kendi başlarına otlayıp akşam eve kendiliğinden dönüyorlar. Sürünün ne kadar uzağa gittiğini kontrol etmek için çadırın yanına tahtadan yüksekçe bir merdiven yapmışlar. Ara sıra bu merdivene çıkıyorlar ve sürünün nerede olduğuna bakıyorlar. Bende merak saikiyle tırmanıyorum bu merdivene. Ağaç ve tepenin olmadığı bu platolarda kilometrelerce görüş alanına sahip olabiliyorsunuz. Geniş platonun farklı yerlerinde beyaz nokta şeklinde çadırlar var. En fazla iki veya üç çadır yan yana oluyor. Çadırlar birbirinden uzakta çünkü hayvanların otlaması ve birbirine karışmaması için belirli aralıklarla konuşlanıyorlar. Her çadır sahibinin farklı damgası var. Bu damgayı hayvanlarının sırtlarına ve kulaklarına vuruyorlar. Böylece bir sürünün hayvanının başka birine karışma riski ortadan kalkıyor. Esenjol’un kayınpederi Jeksenbi Estai 50 yaşında 6 çocuk, bir torun sahibi. Atların arka ayaklarının sırt bölgesinde ki damganın Arapça cim harfi olduğunu ve bu harfin kendi sülalesi Cantekin’in ilk harfi olduğunu ifade ediyor. Küçükbaş hayvanları yani koyun ve keçileri sağmıyorlar, büyükbaşları yani inek, yak ve atları 2 saatte bir sağıyorlar. O nedenle her 2 saatte bir gelin ve anne sağım işlemi için hayvanların yanına gidiyor. Hayvanların sütlerini alabilmek için küçük bir numaraya başvuruyorlar. Önce hayvanın yavrusunu bir miktar emziriyorlar daha sonra yavruyu hayvandan uzaklaştırdıktan sonra sağım işlemi gerçekleşiyor. Sağım konusunda atlar biraz huysuz davranıyorlar o yüzden ön ayağıyla arka ayağı bir iple bağlanıyor. Böylece çifte atması önlenmiş oluyor. İnek, koyun, keçi sağımı bize yabancı değil ancak at ve yak sağımı bizim için yeni bir durum. Yaklar zaten ineğe benzer bir hayvan ancak sağımı bize ilginç geliyor. At sütünden kımız yapıyorlar. At sütünü deri bir tulumun içine koyduktan sonra yukarıdan bir sopayla dövüyorlar sanıyorum içine maya da katıyorlardır. Kımızın taze içilmesi gerekiyor yoksa bozuluyormuş. Kazaklar tarafından kımız çok seviliyor, çok içiliyor. İnek ve yak sütünden peynir, yağ ve kurt yapıyorlar. Kurt dedikleri şey kurut; yağı alınmış sütten yapılan sert bir peynir. Rengi biraz koyu gri oluyor.

ÇADIRDA HAYAT

Dışarıdaki çekimlerin bir kısmı bitince kahvaltı yapmak üzere çadıra giriyoruz. Çadırın 80 çubuklu bölümden yapıldığı ifade ediliyor. Bu çadırın büyüklüğünü belirtiyor. Moğol çadırları daha küçük oluyormuş. Çadırın tam merkezinde bir soba var. Soba hem yemek pişirmeye, hem süt kaynatmaya, hem de su ısıtmaya yarıyor. Tabii en önemlisi çadırı ısıtıyor. Çadırın merkezinde soba kenarlarında ise diğer eşyalar bulunuyor. Yataklar farklı bir karyolada buna kaykık deniyor. Önü desenli bir sandığı andırırken üst tarafında yatılacak yer var. Ayak ve baş kısmından eğik, kaykık duruyor. Çadırın duvarlarında geleneksel desenli kilimler var. Bütün bu eşyalar el dokuması orijinal şeyler. Çadırın kapı tarafının iki yanında; bir tarafta kımız yapma mekanizması, diğer tarafta peynir, kurt yapma mekanizması duruyor. Diğer köşelerde mutfak eşyaları ve yine yatacak karyolalar var. Çadırın içi halı ve kilimlerle kapatılmış. Ayakkabılar dışarıda çıkarılarak içeriye giriliyor.

Kahvaltı için içeri girdiğimizde Esenjol ve Erke’nin dayıları geliyor. Kahvaltıda peynir, kurt (kurut), tere yağ, kaymak, yağda kızartılmış lokmalar, sütlü çay var. Çadırın üst tarafında da çeşitli desenler bulunuyor, baca orta taraftan açık. Kahvaltı bittikten sonra çadırın etrafında bulunan hayvanlardan detaylar çekiyoruz. Çadırın kapısında siyah bir köpek yatıyor ne o kimseyle ilgileniyor ne de kimse onunla ilgileniyor. Sanıyorum bu çadırı bekleyen köpek olsa gerek yoksa sürünün sevk idaresini yapan köpeklerde var.

Adettenmiş gelen misafir için koyun kesilirmiş. Bizim için de öyle yapılıyor. Bir koyunun kesimi sırasında başında bulunarak tekbir getiriyoruz. Kesilen koyundan buranın meşhur yemeği Beşparmak yapılıyor. Öğle yemeğinde Beşparmak yiyeceğimiz belli oluyor. Kesilen koyun sobanın üzerinde haşlanıyor. Pişirildikten sonra tam orta tarafa baş gelmek kaydıyla bir tepsiyle servis yapılıyor. Etlerin arasına lezzeti artırmak için yufkalar konuyor. Öğle yemeğinde bizim dışımızda yakındaki çadırlardan birkaç misafir geliyor. Yemekte usul duayla başlanması ve duayı benim yapmamı istiyorlar kısa bir dua yapıyorum. Sonra misafirin görevi devam ediyor; koyunun başından bir parça keserek oturanlara ikramda bulunmak. Ben de bir parça kesiyor ancak acemilik edip kendim yiyorum. Sonra hep beraber beşparmakla beş parmağı yemeye başlıyoruz. Lezzetli bir yemek; yerken hayvanın budu da, böbreği de size denk gelebilir. Benim rahat yediğimi gören Esenjol “Bu kadar yiyebileceğini tahmin etmedim.” diyor. Beşparmak yemeğinden sonra çay içiyoruz. Burada çay içmek en önemli alışkanlıklardan bir tanesi. Karasal iklim ve yüksek rakımdan dolayımıdır bu çay içme alışkanlığı. Bu yönüyle Erzurum’a benziyor. Orada da rakım yüksek, iklim karasal, çay hayatın vazgeçilmezi. Çadır hayatının akşamını görme imkânımız olamayacak. Aslına bakarsanız çadırda teknolojinin nimetlerinden istifade ediyor. Güneş enerji paneli her çadırın kapı girişinde çadırın aydınlatma ve diğer elektronik aletleri çalıştırma işlevi görüyor. Çadırlarda televizyon, buzdolabı bulunuyor. Yani anlayacağınız çadırında çivisi çıkmış!

BOZKIRDA AKŞAM

Sabah geldiğimiz yoldan şehre geri döneceğimiz için geceye kalmak istemiyoruz. Güneş dağların üzerinden kaybolmaya başladı. Erke’nin dayısı yakında büyük bir taş yığının olduğunu ama kimsenin anlam veremediğini bize orayı göstermek istediğini söylüyor. İki araba taşlardan oluşmuş büyük bir tepenin olduğu yere gidiyoruz. Bu taş tepenin etrafı da 360 derece taşlarla çevrilmiş. Hep beraber meraklı bakışlarla taş yığının üstüne çıkıyoruz. Bu bölgede yaşayanlar elimizde kamera ve fotoğraf makinesi olunca konuyu açıklığa kavuşturacağımızı sanıyorlar. Belki farkında değiller ama bizde onlar kadar burada ne olduğunu merak ediyoruz. Çevreye bir arkeolog edasıyla bakıyoruz pek fazla bir şey anlamasak da. Taş anıtın tepesinden bakınca bir birini takip eden sıralı daha küçük boyutlarda taş yığınları var. Buna benzer çok yerler var Moğol bozkırlarında. Muhtemelen bu tepeler eski Türk mezarlıkları kurganlar olsa gerek.

Yol boyunca tepelerin üzerinde taş yığınları onların üzerinde çalılara sarılmış çaputlarla dolu tapınaklar gördük. Bu tapınak taş yığınları Budistlere aitmiş. Çadır ahalisiyle vedalaşarak ayrılıyoruz. Bu yayla göçerlerin üçüncü yaylasıymış. Mevsime göre mekân değiştirerek hayvanların daha iyi beslenmeleri sağlıyorlar. Bundan sonra kışlığa geçilecekmiş. Eylül 15’inden sonra ev ve ağılların bulunduğu kışlıklara geçiliyor. Yazlıklarla kışlıklara arasında ne fark var anlayamadım çünkü arazi yapısı çok değişmiyor. Ama Kazakların bir bildiği vardır. Bozkırda yaşamanın sırrına vakıf olmak için uzun süre burada yaşamak lazım…