Moğolistan Günlükleri: Bozkırın Çocukları-10

Abone Ol

9 EYLÜL 2014 SALI

BOZKIRDA AKŞAM

Yola erken çıkmak istiyoruz ancak genelde yolculuğu gece bitirebiliyoruz. Çünkü yollar her türlü sürprize açık. Her an önünüze bir dere, göl, kayalık çıkabilir. Hiç taş olmayan vadilerden ilerlerken birden kendinizi büyük kamyonların kuyu haline getirdiği, teker izlerinin derinleştirdiği yollarda bulabilirsiniz. 50 kilometrede veya yüz kilometrede bir yol tabelasıyla karşılaşıyoruz. Üzerinde gidilecek yerin kilometresini ve gidilecek yerleri gösteriyor. Tabii Moğol alfabesi Kiril olduğu için biz sadece rakamları anlıyoruz.

Otu bol olan geniş bir vadiye daldık. Yine yol çok alternatifli. Erke dağ kenarlarından giden yolların başka taraflara gitme ihtimali yüksek diyor. Kazaklar yol sormayı pek sevmiyorlar. Ama bu defa durum farklı bu yoldan hiç gitmedik ve alternatif çok dağın tepesinde bir çadır var oraya giderek yol soruyoruz.

Çadırların önünde Rus tipi cipler, kamyonlar, motorlar oluyor genelde. Yani çadır diye aklınıza ramazan çadırı veya imkânı olmadığı için insanların çadırda yaşadığı gelmesin. Burada çadırda yaşamak bir hayat tarzı. Genelde senede 4 farklı yaylada konaklanıyor yani çadır kuruluyor. Her mevsim ayrı bir obaya gidiliyor.

Moğolistan bozkırlarında çok sayıda nehir ve göl var. Esenjol’un söylediğine göre sayıları 2.000’inin üzerinde göl ve nehir var Moğolistan’da.

Bir platodan ötekine geçince bitki örtüsü ve renkler değişiyor. Bozkırda akşam olmak üzere. Çok az olan yerleşim yerlerin birisinden geçiyoruz. Akşam güneşi tek katlı çitle çevrili içinde çadır ve tek katlı oda tipi evleri bulunan yerleşim yerinin üzerine  baskı yaparak onları daha belirsiz hale getiriyor. Rüzgârın getirdiği tozlar burada her şeyin üstünü örtüyor. Zaten küçük olan yerleşim biriminden çıkıyor, yeni bir düz alana giriyoruz. Güneş sararmış otları daha da sarı gösteriyor. Uçsuz bucaksız arazilerde rüzgâr sesi derinden gelen bir melodi gibi insanı etkiliyor. Güneş batmadan küçük bir tepeye çıkarak hem güneşin batışını hem de ayın doğuşunu görüntülemek istiyoruz. Küçük tepenin arkasına konaklıyoruz. Kameralarımızı tepenin üzerine yerleştirerek güneşin batışını bekliyoruz. Bu sırada uzaktan bir araba toz bulutları oluşturarak adeta vadiyi yararak ilerliyor. Güneş bulutlara kırmızı sarı renkler bırakarak yavaş yavaş ufuktan kayboluyor. Güneş batınca dağlar daha büyümüş bir hal alıyor. Arkamızdaki sıra dağlardan kocaman bir ay zuhur ediyor.  Güneş ışığı çekiliyor ay ışığı soğuk bir renkle kırları aydınlatıyor. Hava kararınca soğuyan hava gibi renklerde soğuyor. Akşam yemeğimizi burada yiyoruz. Menüde Kore usulü hazırlanmış makarnaya kaynamış su döküyor ve biraz bekliyoruz. Dağın başında sıcak makarna çok lezzetli. Yanımızda ekmek, bisküvi, reçel gibi yiyeceklerde var. Yemek bitinceye  kadar gök yüzündeki kızıllık iyice kayboluyor. Tepeden iniyor, çok şeritli yollardan birine girerek ilerlemeyi sürdürüyoruz. Bir vadinin başlangıcında bir büyük yük kamyonunun bir çadırın önünde beklediğini görüyorum. Kamyoncu burada oturuyor evine gelmiştir diye düşünüyorum. Ancak arkadaşlar buranın mola yeri olduğunu. Kamyoncunun dinlenmek ve yemek ihtiyacı için burada durduğunu ifade ediyorlar.

Taşlı yollara giriyoruz. Fareler, tavşanlar, tilkiler arabanın ışıklarını görünce sağa sola kaçmaya çalışıyorlar.

Gece saat 22:00 sularında UVS Eyaletine bağlı Hovd şehrine geliyoruz. Burası eyaletin başkenti. Caddeler aydınlık. Modern bir şehir havası veriyor. Cumhurbaşkanı bu şehirdenmiş. O yüzden daha bakımlı… Yol üzerinde bulunan bir otele giriyoruz. Son iki oda olduğunu söylüyorlar. Bizde kabul ediyor ve odalarımıza yerleşiyoruz.

10 EYLÜL 2014 ÇARŞAMBA

HOVD

Sabah kahvaltıya Erke’nin arkadaşı Nurbeg’in evine davetliyiz. Sovyet zamanından kalma bir binanın üçüncü katında mütevazi bir ev. Yer sofrasında kahvaltımızı yapıyoruz. Şehrin yakınında bulunan üzerine seyir terası yapılmış tepeye çıkıyoruz. Çıkış hayli zor çok yüksek ve dik merdivenlerle tırmanmak gerekiyor. Sonra hep beraber yüksek bir tepeden şehri seyrediyoruz. Geniş düzlükte kurulmuş, yanından nehir geçiyor. Nehrin etrafı ağaçlık. Tepenin dibinde hapishane var. Biz tepeden hapishaneyi ve şehir dahil bütün ufukları görürken mahkumlar sadece gökyüzünü mü görüyorlar acaba?

Aşağı iniyor şehirden detaylar çekiyoruz. Belediye binası, tiyatro,  meydan gibi diğer şehirlerde gördüğümüz  Sovyet tarzı merkezi planlama burası içinde geçerli.

MOĞOLLARA TARIMI ÖĞRETEN TÜRKLER: UYGURLAR

Uygur Türklerinin yaşadığı mahalleye gidiyoruz. Toprak surların bulunduğu bir evden çağırdığımız 40’lı yaşlarda bir adama konuyu açıyoruz. ‘’Ben çok konulara vakıf değilim. Bir amcam var ona gidelim o bu konulara vakıf.’’ diyor.

70 yaşındaki Abdurrahman Kadri evinin bahçesi araç parçalarıyla dolu. Anlaşılan tamir işleriyle uğraşıyor.  Gün görmüş bir adam. Çin’de Rusya’da bulunmuş. Çin’de hapis yatmış. Dedeleri 1921 de Çin’den buraya göç etmiş. Onların fotoğrafları da evin içinde duvarda. Dedesi hoca imiş. Abdurrahman bey uzun ve detaylı bilgiler veriyor.  Hatta Hoton Türkler’inin asıllarının Uygur olduğunu ifade ediyor. Savaşa gitmemek için kadın kıyafeti giydiklerinden dolayı bu adı aldıklarını belirtiyor. Hoton değil Hatun Türkleri olduklarını ifade ediyor . Bütün konuşmaları yeğeni Elif Ağon da dikkatli bir şekilde dinliyor. Sonra Elif Ağon ve Abdurrahman amca hep beraber evlerinin yanında bulunan Mısır tarlasına gidiyoruz. Giderken yol üzerindeki yıpranmış toprak surlar dikkat çekiyor. Bu surlar Çinliler tarafından yapılmış ve içinde saray varmış. 1921 de Moğolistan Çin’den bağımsızlığını kazanınca buradaki sarayı yıkmışlar. Mısırlar henüz tam yetişmemiş. Elif Ağon Moğollara tarımı Uygurlar’ın öğretini söylüyor. Moğollar hayvancılıktan başka bir şey bilmezler. O nedenle tarımı öğretmek üzere 1800 lü yıllarda Uygurlar ülkeye kabul edilerek tarımı öğretmişler. Uygurların bir kısmı da tasıma elverişli topraklara sahip Buyunt kasabasında yaşıyorlar. Kasabanın dışında karpuz, havuç, mancın( pancarla turp arası bir meyve) ve diğer meyvelerin ekildiği bahçelere gidiyoruz. Karpuzlar dün toplanmış, tarlada küçük karpuzlar kalmış. Ancak Moğolistan’da karpuzda yedik demek için tarlada karpuz yiyoruz. Moğolistan bozkırları arasında burası çok güzel bir atmosfere ve bitki örtüsüne sahip.

Karpuz tarlasının yanında makine ile iki kardeş ot biçiyorlar. Bahçe ve tarlalarının yanı başında çadırları var.

Hovd’dan ayrılarak Ölgii için dönüşe geçiyoruz. …

Yine kendimizi bozkırlara vuruyoruz. Bu defa Erke daha rahat bu yoldan defalarca geçtim diyor.  Güya şehirlerarası yoldayız ama diğer bozkır yollarından farkı yok. Sadece fark yolda sanki daha çok araba var. Öyle peş peşe trafiği kilitleyecek araç trafiğinden söz ettiğimi sanmayın. Daha önceleri yarım saat kırkbeş dakika da bir araca rastlarken bu defa 15-20 dakikada bir araç görüyoruz.

11 EYLÜL 2014 PEŞEMBE

BAYAN ÖLGİİ MÜZESİ

Bayan Ölgii Müzesi’ne gidiyoruz. Bahçesinde bir kafes içinde çok sayıda balbal görüyoruz. Türkolog Prof. Dr. Bikhumar Kamalash ‘ın yaptığı araştırmalar sonucunda bulduğu balballar, taş babalar burada sergileniyor. Ölgii müzesi üç katlı birinci katta Ölgii ve çevresindeki doğal hayata dair eşyalar var. İçi doldurulmuş kuşlar, geyikler, yaban keçileri dağ hayatı hakkında detaylı bilgiler sunuyor.

İkinci katta Moğolistan tarihine ait bilgiler, eşyalar ve resimler sergileniyor…

Üçüncü katta daha çok bozkır hayatına dair eşyalar var. Serginin ortasında büyük bir kazak çadırı da orijinal haliyle sergileniyor.  Çadırın arka tarafında kocaman bir dombra yani bizim saza benzer bir müzik aleti duruyor.

Müze çekimizi bitirdikten sonra Ölgii’ye 20 km mesafede bulunan Abdullah  ( Pamukkale Lokantasının sahibi) beyin sözünü ettiği dikilitaşı çekmeye gidiyoruz. Şehirden çıkar çıkmaz taşlı bir dereye giriyoruz. Büyük bir sel geldikten sonra selin bıraktığı çakılların kapladığı dereyi geçmek oldukça zor oluyor. Sonra uzaktan dağın dibinde dikilitaşı görüyoruz. Hemen yakınında kurgan denen mezarlar var.

Farklı açılardan bu vadide tek başına nöbet tutan tarihi taş bizi tarihin derinliklerine götürüyor. Atalarımızın taşları şahit tutması müthiş bir yol. Hani derler ya suya yazı yazılmaz. Atalarımız taşlara yazı yazarak resim çizerek geleceğe büyük bir miras bıraktılar, iz bıraktılar.

Erke ileri de dedesinin köyü olduğunu, çocukluğunun orada geçtiğini ve daha sonra hiç görmediğini söyleyerek oradan geçebilir miyiz diye öneriyor.  İstikametimizi çakıllı derenin yukarısına doğru çeviriyoruz. Köy dediği yerde bir ev birkaç çadır var. Dedelerinin evinin yerinde yeller esiyor.  Etrafta çok sayıda inek ve koyun sürüleri dolaşıyor.

Hava kararmak üzere artık Ölgii’ye dönmeye karar veriyoruz. Aslında şehir mesafe olarak çok yakın ama yollar her yerde olduğu gibi burada da aşılması zor engeller.  Ancak kararan ve kızaran ufuklarda dağlar bulutlar farklı boyutlara geçiyor. Bu görüntüler kaçmaz diyerek geçiyoruz karlı dağların karşısına. Bu günde  güneşi arazide batırdık. Yola çıkıyoruz. Daha rahat bir yoldan gidelim diye dağları tercih ediyoruz. Ancak yol bizi şehir yerine farklı yerlere götürüyor. Artık tecrübe kazandık bütün yollar bir yola oda başka yollara çıkar.  Fakat yollar şehrin tersine istikamete doğru yükselerek devam ediyor. Gecenin karanlığında bir kaç çadıra rastlıyoruz. Ölgii’den uzaklaşıyoruz. Şehre paralel arka dağlardan ilerliyoruz. Sonra bir vadiden saparak ana yola çıkıyoruz. Yaklaşık 2 saat zaman kaybediyoruz.

Moğolistan Günlükleri: Bozkırın Çocukları-9