14 EYLÜL 2014 PAZAR
SARIGÖL YAYLASI
Er Janibek Festivali’nin finali Sarıgöl Yaylası’nda yapılacak. Daha önce yoldan geçerken Sarıgöl’ü görmüştük. Şehirden yaklaşık 20 km kadar asfaltla gidiyoruz sonra etkinlik tabelasını gördüğümüz toprak yola giriyoruz. Yarım saat kadar daha gidiyoruz. Gölü geçtikten sonra arkasında bulunan nehir kenarında çayırlıkta onlarca çadırın kurulduğunu görüyoruz. İnsanlar akın akın arabalarıyla buraya geliyorlar. Vatandaşın arabalarını yukarıya protokol araçlarını çadırlara yakın bir bölgeye alıyorlar. Bizde protokola geçmek istiyoruz. Polis durduruyor. Erke ‘’bu polis benim arkadaşım’’diyor. Sonra onunla sohbet ederken diğeri işlemleri yapıyor ve bize bir a bölgesi protokol kartı veriyor. Arabaya park etmeye giderken kartalcıların hazırlık yaptığını görüyoruz. Arabayı park ederek onların yanına gidiyoruz. Kazakistan televizyonun ekibi de burada. Onlar bir çocuk yarışmacıyla konuşuluyorlar. Hatta bir kartalın başına minik bir kamera bağlayarak uçurmaya çalışıyorlar. Biz de daha tecrübeli geleneksel kıyafetli Ölgii Ulanhus Sum (Kazası) Kartalcısı Spayoğlu Başahan’la konuşuyoruz. Diğer kartalı ve atını da yanına alarak konuşuyor. Sonra oğlunu çağırarak tavsiyelerde bulunuyor. Biz kartalcılarla uğraşırken etraf iyice kalabalıklaşıyor. Yeni çadır kuranlarda oluyor. Çadır kuruluşunu da görelim derken Dr. Ömürbeg Dünya Kazaklarının genel sekreteri Prof. Dr. Muhammed Gazi Muhammedoğlu ile beraber geldi. Bu fırsattan istifade dünya Türk’leri ile ilgili konuşma alıyoruz. Sonra Esenjol’un mahallesinin çadırına giderek kahvaltı yapıyoruz. Önümüze bol miktarda yağda pişmiş küçük galeta tarzında keteler döküyorlar. Sütlü çayla beraber böreklerden yedikten sonra izin istiyoruz. Bu arada her mahallenin bir çadırı olduğunu öğreniyoruz. Yoğun bir insan ve hayvan trafiği devam ediyor yaylada. At yarışları nehrin karşı yakasında olacak ancak köprü yok nehri nasıl geçeceğiz. Ayakkabılarımızı ve çoraplarımızı çıkarıp paçalarımızı dizlere kadar çemreyerek suya giriyoruz. Su çok soğuk ama geçiş keyifli oluyor. Çimenlik bir yerde bulunan çadırda yarışçılar kayıt yaptırıyor. Sonra yarışçılar memleketleriyle ve isimleriyle çağrılıyorlar. Atlarıyla alana gelen iki yarışçı atlı hakemin nezaretinde yerdeki keçi derini alıyor ve birisi bir tarafında diğeri öteki tarafından tutarak çekmeye başlıyorlar. Deri kimde kalırsa o yarışı kazanmış oluyor. Birinciyi belirlemene kadar eleme usulü yarış devam ediyor. Bazı yarışlar oldukça çekişmeli geçiyor. Deriyi kaptırmak istemeyen yarışmacılar atlarının koşmasını isteyerek onlarında desteği ile deriyi kapmaya çalışıyorlar. Böylece uzun koşular oluyor. Zaman zaman kontrolden çıkan atlar izleyenleri arasına dalıyor. Sıkıntılı anlar yaşanıyor. Yarışma uzun sürüyor. Acıkınca Esenjol daha önce yediğimiz kazak böreği huşur getiriyor.
Deri kapma yarışı bitince kartal yarışı için suyun diğer yakasına geçiyoruz. Kartalcılar dağın yamacında kayalıklarda konuşlanmışlar. Yarışmacı tepenin yamacından 100-150 metre aşağı iniyor yukarda bulunan kartalını çağırıyor. Kartal sesi yönünü buluyor ve gidip sahibinin eline konuyor. Bazıları bunu at sırtında yapıyor. Bazı kartallar sahibini bulamıyor ve farklı yönlere doğru gidiyorlar. En ilginci kartal yarışmacılarının kıyafetleri; renga renk geleneksel elbiseler, şapkalar giyinmişler. Tüylü ayı postu giymiş bir yarışmacı en ilginciydi. Bizim sabah konuştuğumuz kartalcının oğlu yarışmayı kaybediyor. Onun kartalı sahibi yerine başka yönlere doğru uçuyor. Ben ters yöne gidenlerin kaçıp gideceğini bekliyorum ancak hiçbirisi çok uzaklara uçmuyor. Yakında bulunan bir yere konuyorlar ve sahipleri gidip onları alıyor…
Kartal yarışmasından sonra at maratonunu çekelim derken yarışın bittiğini öğreniyoruz. Sonra ödül aşaması kurulan seyyar platformda yapılıyor. Çok sayıda atlı podyumun önünde alacağı madalyayı bekliyor. Madalyalar yetkililer tarafından veriliyor. Araçlar yola çıkmadan toz yememek için biz önden gidiyoruz. Ancak bizden öncede yola çıkanlar var ve vadi toz bulutları içinde…
15 EYLÜL 2014 PAZARTESİ
ÖLGİİ’DE ÇARŞI PAZAR
Bu gün uçak olmadığı için Ölgii’de bekliyoruz. Bazı küçük hediyeler alalım istiyoruz. Bunun için pazara gitmemiz gerekiyor. Küçük tek katlı dükkânların olduğu pazara gidiyoruz ancak buranın Pazartesi günleri kapalı olduğunu öğreniyoruz. Bazı dükkânlar araba konteynerinden yapılmış. Cadde de bir iki noktada geleneksel fes, çanta, bayan kıyafeti satan yerler bulunuyor. Bir kaç çanta ve fes alıyoruz. Mücahit’e bir dombra almak istiyorum ancak dükkânlarda yok. Pazarda bir dükkânın telefonunu alıyor sahibini arıyoruz. Adam yaşlı ve de cenazesi varmış o yüzden gelemeyeceğini belirtiyor. Vazgeçmiyoruz biz gidip adamı alıyoruz. Küçük dükkânda her şey satıyor bir küçük bir büyük dombra var. Seçme ve pazarlık şansımız yok büyük dombrayı alıyoruz. Amcayı tekrar evine bırakıyoruz.
Törenlerde 70 yaşlarında kazak takkeli bir hocaya çok iltifat edilmesi dikkatimi çekiyor. Kim olduğunu soruyorum. Önemli bir Türk Tarihi uzmanı Prof. Dr. İslam Kabişoğlu. Onunla da görüşmek üzere şehrin biraz dışında oğlunun evine gidiyoruz. Hoca bizi karşılıyor. Heyecanla Türk tarihi konusunda yaptığı çalışmaları anlatıyor. Turan Âlemi diye yazdığı kitabı daha önce başbakanımız Tayyip Erdoğan’a hediye etmek istediğini ancak fırsat bulamadığını ifade edince eğer imzalarsa Cumhurbaşkanımıza ulaştırabileceğimizi söylüyorum. Kitabı imzalayarak bize veriyor.
16 EYLÜL 2014 SALI
BAYAN ÖLGİİ-ULANBATOR
Sabah erkenden kalkıyoruz. Çantalarımızı akşamdan hazırladık. Uçağımız saat 08:00 de. Alanla şehir arası 15 dakika kadar. Küçük bir havaalanı. Bagajları veriyor, beklemeye başlıyoruz. Uçuş kartlarını alırken karıştırmışız. Kamil önceden geçiyor. Ben geçerken görevli bu kartın benim olmadığını söyleyerek beni geri gönderiyor. Uçuş kartlarını değiştiriyoruz ve salona geçiyoruz. Bir miktarda orada bekledikten sonra uçağa geçiyoruz. Geldiğimiz aynı model uçak yani Fin marka Fokker (50 kişilik ) uçakla 3 saat 1700 kilometre dağların, tepelerin, göllerin üzerinden geçerek Ulan Batur Cengizhan Uluslararası Havaalanı’na saat 12.30 sularında varıyoruz. Sonra eşyalarımızı alarak önce kaldığımız otele giderek eşyalarımızın bir kısmını bırakıyoruz.
Karakurum’daki ( Harhorin) Müzenin çekimini yapabilmek için Kültür Balkanlığından izin almamız gerekiyor. Kültür ve Turizm Bakanlığına gidiyoruz. Biz girişte bekliyoruz rehberimiz Erke yetkililerle görüşmeye gidiyor. Görüşme uzun sürüyor. Kendi kendimize yorum yapıyoruz. Görüşme uzun sürdüğüne göre izin alıyoruz demektir. Ancak Erke biraz morali bozuk geliyor. İzin alamadığını yetkilinin Türkiye’de bir kitap yayınlandığını haritada Moğolistan’ın Türk toprağı olarak gösterildiğini bu nedenle kızgın olduklarını anlatıyor. Erke de sizde Çin’in bir dönem Moğolistan olduğunu söylüyorsunuz. Bunlar tarihi konular. Bunda yanlış anlaşılacak bir şey olmaması gerektiğini söylemiş. İzin için büyükelçilik veya TİKA’nın yardımcı olabileceğini belirtmişler.
Son çare olarak TİKA Koordinatör Doç. Dr. Ekrem Kalan Bey’e gidiyoruz. Ekrem Bey bakalım çözeriz diyor. Sekreteri gerekli görüşmeleri yaptıktan sonra bir miktar ücret ödedikten sonra çekim yapılabileceğini söylüyor. Orhon Vadisinde TİKA tarafından yapılan müzeye de haber verdiklerini sorun olmayacağını belirtiyor. Bu sevindirici haberlerden sonra yemek için Ankara Center de Gobi Kove adlı Türk lokantasına gidiyoruz. Gobi Kove (Gobi Mağarası) lokantası mağara dekorlu bir yer. Yemekler et ağırlıklı kebaplardan oluşuyor.
CENGİZ HAN’IN BAŞKENTİ KARAKURUM
Ulan Batur ile Karakurum arası yaklaşık 400 km Hava kararmadan yola çıkabilelim diye plan yaptık ama başaramadık. Hava kararırken şehrin dış mahallerinde bulunan büyük bir marketten yiyecek ve içecek alıyoruz. Yolun büyük kısmı asfalt ancak keşke toprak olsa. Yaklaşık 100 kilometre sonra asfalttaki çukurlar büyük tehlike arz ediyor. Çukurlara düşe kalka giderken karşıdan gelen araçların ışıkları müthiş huzursuz edici. Yolda çok araç var ve karşıdan gelenler uzun farlarını yakarak geliyorlar. Çukurların sıkıntılarının yanı sıra üstüne yol yapımı da eklenince yan toprak yollarla yol daha da uzuyor. Ana yoldan saat 12:00 sularında Karakurum yoluna sapıyoruz. Yol asfalt gibi gözüküyor ama üzeri tıraşlanmış üzerinden gitmek neredeyse imkânsız. Arkadaşlara araziden gitmeyi öneriyorum. Toprak kötü asfalttan bin kat daha iyi. Öyle yapıyor yolun bir kısmını yağmur yağdığı için dolmuş çukurlara bata çıka gidiyoruz. Nihayet saat 02:00’de Karakurum’a varıyoruz. Şehre girerken yolun kenarında otel tabelasını görüyoruz. Yer olduğunu öğrenince burada konaklamaya karar veriyoruz.
CENGİZ HAN
Cengiz Han’ın asıl adı Temuçin’dir. 1155 yılında doğan Temuçin, babası Yesügey Bahadır’ı küçük yaşta kaybetti. Kabilesini toparlayan Temuçin, Kirayit hükümdarı Tuğrul Han’ın hizmetine girerek hasmı Camoka’yı yendi. Ancak Tuğrul Han’a sığınan Camoka, Tuğrul Han’ın Temuçin’le arasını açtı. Bunun sonucu olarak çıkan savaşta Temuçin, Kirayitler’i yenerek hükümdarı da öldürdü. Daha sonra diğer bir Moğol kabilesi olan Naymanlar üzerine yürüyerek onları da egemenliği altına aldı. Bu başarılardan sonra 1206’da toplanan kurultay kendisine Cengiz unvanını verdi. Cengiz Han 1205 yılında Karakurum’u imparatorluğun başkenti yaptı.
Moğolistan Günlükleri: Bozkırın Çocukları-11