Hikâye bu ya… Geçmiş zamanların birinde Rumî ressamlarla Japon ressamlar en güzel resmi kendilerinin çizdiği konusunda iddiaya tutuşur.
Her iki tarafın sanatkârlıktaki iddiası kızışınca padişah bir müsabaka tertip eder. Yalnız Rumî ressamların bir şartı vardır. O da resimlerin karşılıklı yapılacağı iki duvar arasına bir perde çekilmesidir. Bu şart kabul edilir.
Ardından her iki taraf arada perde olmak suretiyle işe koyulur. Padişah bir aylık süre ve diledikleri her şeyi temin etme hakkı tanımıştır. Derken Japon ressamlar yüzlerce çeşit boya ister ve akla hayale gelmeyecek birbirinden güzel desenler çizmeye başlar. İşin enteresan tarafı Rumî ressamlar hiçbir şekilde ne renk renk boya ne bir fırça talep eder. Onların istediği sadece zımpara kâğıdıdır.
Ara ara durumu teftişe gelen padişah Japon ressamların yaptıklarına bakınca gözleri kamaşır ve içinden de yarışmayı kimin kazanacağına önceden kanaat getirir adeta. Zira günler geçmesine rağmen Rumî ressamlar ne bir fırça oynatmıştır ne bir renk düşürmüştür kendi taraflarındaki duvara. Yapıp ettikleri tek şey ellerindeki kağıt zımparaları durmadan duvara sürtmekten ibarettir.
Günler günleri kovalarken Japonların daha önce eşine menendine rastlanmamış desenleri gözleri kamaştıran bir renk cümbüşü içinde şekillenir. Rumîlerin tarafında ise ne bir renk ne bir desen sadece zımparanın alabildiğine berrak ve şeffaf hale getirdiği bomboş bir duvar vardır.
En nihayetinde ressamlara tanınan süre sona erer ve müsabakayı kimin kazandığına karar verme anı gelir. Padişahın görevlendirdiği jüri önce Japonların resmini inceler. Jürideki ressamlar akıl almaz üstünlükteki desenleri ve estetikte zirve fırça darbelerini görünce hayran kalır.
Tabi kendilerini bekleyen sürprizden habersizdirler.
Sıra perdenin arkasında duran hemen karşı duvardaki resmi incelemeye gelir. Fakat Rumî ressamların son bir şartı daha vardır. O da aradaki perdenin kaldırılması. Jüri bu şartı kabul eder ve perde aradan kaldırılırken Japon ressamların olağanüstü desenleri ve sıra dışı renkleri, Rumî sanatkârların günlerce zımparalayarak parlattıkları duvarda daha bir göz kamaştırıcı ve daha bir ışıltılı şekilde boy gösterir. Rumî ressamların duvarındaki manzara kesinlikle paha biçilemez güzelliktedir. Hem padişah hem jüri için artık müsabakanın galibi de bellidir.
Yüzyıllar öncesinden gönüllere kazınan bir Hz. Mevlana hikâyesidir bu. Rumî ressamlar sûfiliği temsil eder. Dünya hırsından, cimrilikten, öfkeden, kinden, nefretten, boş heva ve heveslerden sıyrılmanın insanda güzelliklerin tezahürüne nasıl yol açacağını anlatır.
Zaten meselemiz tecelligâh-ı ilahi olan gönül aynasını saf ve berrak tutabilmek değil midir?
Kaldı ki bunun için yüzlerce külfetin altına girmeye de gerek yoktur.
Rumî ressamların yaptığı gibi bir zımpara hükmündeki ezkâra tutunmak yeterlidir. Ezkâr ki dilini kalbine indirmeyi gerektirir sadece. Yalan sona erer orada. Samimiyetin terennümü başlar.
Dostluklar buram buram mertlik kokar.
Zaten insana en güzel dost ayna olan değil midir?
Nasipse devamı haftaya…