Milli Eğitim Bakanı işe nereden başlamalı?Acaba bu “Arayış toplantılarında” (2023’e Doğru Türkiye Eğitim Sistemi Bulma Konferansı)  söz konu sömürü düzeni dile getiriliyor mu?

Abone Ol

Milli Eğitim Bakanı işe nereden başlamalı?

İnsanların düşünce tarzı, aldığı eğitimin bir sonucu olarak ortaya çıktığına göre eğitim yanlış değerler üzerine temellenmişse hayatı doğru yaşayamayacağız demektir. Bu eğitim, insanların çok büyük çoğunluğunu hayatlarını kulaktan duyma, yüzeysel bilgilere iman ederek; ilkelere sahip olmaz bir vaziyette ve küçük menfaatleri ile yaşayan fertler haline getiriyorsa orada eğitim fonksiyonunu yerine getiremiyor demektir.

İşte böyle bir eğitim yapısını ABD, 2. Dünya Savaşı’nda Japonya’ya dayatmıştı. Japonya’yı işgal eder etmez Amerika ülkenin eğitimine el atmış hâlâ ülkemizde süregiden eğitim tarzını (sömürgeci eğitim yapısını) Japonya’da hakim kılmıştı. Amerika`ya teslim olan Japonya, anlaşma gereği kendi eğitim sistemini terk etmek zorunda kalmıştı. Amerika`nın empoze ettiği eğitim sisteminden geçen nesiller, 1960`larda iş başına gelmeye başladılar. Bununla birlikte Japonya`da kalkınma hızında düşme başladı, sükûnet bozuldu, yer yer huzursuzluklar baş gösterdi.

Yapılan incelemeler, yetişen nesillerin Japonya`nın iktisadi, sosyal ve kültürel şartlarına uymayan nesiller olduğunu gösterdi. Bunun üzerine Japon işverenler, üniversite mezunlarının işe alınabilmeleri için “Japon maneviyat eğitiminden” geçmelerinin şart olduğu görüşünde birleştiler. Aldıkları gençleri işe başlamadan önce bu maksatla düzenlenmiş kurslardan geçirdiler.

Amerikalı Dr. Thomas P. Rohlen bu kurslara bizzat iştirak ederek bir tez yazmıştır. Bu tez dikkatle okununca, eğitimden beklenenin “bilgi” olmadığı anlaşılır. Bilgi kitaplarda, bilgisayarda, Google’da her zaman emrimizdedir. Önemli olan onları kullanma yetisidir. Bundan da önemli olanı insanlığa faydalı olmaktır. Bunun için insanların kabiliyetleri ile birlikte faziletlerinin de geliştirilmesi gerekir. Bunun sınava dayalı bir eğitim ile olması mümkün değildir.

Önemli olan şey sorgulayabilmektir. Hayattaki her durumda kritik, can alıcı soruları sorabilmektedir. Sınıfların duvarlarından taşmayan, hayat pratiğinden uzak, televizyon izler gibi işlenen derslerden niçin verim alınamamaktadır? Çünkü asıl olan; bir konuyu araştırmaya başlarsın, yenilikler bulmaya çabalarsın, bunu yaparken eksikliklerini öğrenirsin. Gerçek öğrenme bu olur.

Onun için malumata/bilgiye mutlaka bizim değerlerimizle katkıda bulunmamız, bilgiye eleştirel bir gözle bakmamız; irdelememiz, sorgulamamız, bilgiyi yeni ve bize yakışan biçimde, kendi ölçülerimizle sınıflamamız gerekir.

Bu anlamda Japonya eğitimini yeniden tasarladı. Zincirlerini kırdı. Biz o yıllarda Fulbright anlaşmaları gibi akitlerle “sömürü düzeninin” içine girdik. Dolaylı vasıtalarla işgal hala sürüyor.

Öncelikle bu işgalin bütün boyutları ile görülmesi icap eder.

Acaba bu “Arayış toplantılarında” (2023’e Doğru Türkiye Eğitim Sistemi Bulma Konferansı)  söz konu sömürü düzeni dile getiriliyor mu?

Yoksa yine güzel ve yaldızlı sözlerle oyalanma sürüyor mu?

Almanya da 2. Dünya Savaşı’nı müteakip, benzer şekilde, kendisine dayatılan sömürü eğitim sisteminin farkına varıp milli kimliğini oluşturan eğitim sistemine geçiş yaptı. Kore de daha 2002 yılında yaptığı reformlarla “teknolojik olarak köle milletler sınıfından” çıktı.

Peki bu nasıl oldu?

Daha 2002 yıllarında Kore, ortaöğretim reformunu üniversite bilim reformu ile birlikte ele almıştı. Reformlar öncesinde prestijli üniversitelerde okumak isteyen öğrenciler, ÖSYM’nin yaptığına benzer sınavlara hazırlanarak yıllarca “sınav cehennemi” içinde kıvranıyordu. Aileler bir sektör haline gelen özel dersler ve kurslar için ayda binlerce dolar ücretler ödüyordu. Ezberciliği ve test çözme mekanik becerisini ön plana çıkaran ve defalarca değiştirilen bu eski sistem 1995’te başlayan bir eğitim reformunun parçası olarak temelden değiştirildi.

Yeni sistem 2002’de yürürlüğe girdi. Yeni sistemde temel bilgi ve yetenek sınavları yanında asıl olarak öğrencilerin kişisel okul dosya kayıtları (Portfolyö), makale yazma ve mülakat becerileri ön plana çıkıyordu. Böylece lise eğitimi öğrencinin çok yönlü gelişimine anlamlı ve faydalı bir katkı yapmaya başladı. Yani liseler aslî görevine döndüler.

Bizim de bu aşamada teknik bakımdan yapmamız gereken Kore’ninkine benzer dönüşümler.

Sayın Bakanım güzel şeyler söylüyorsunuz. Arayışlara gerek yok. Yapılacaklar belli. Nurettin Topçu gibi üstatlar yol haritalarını bütün açıklığı ile ortaya koymuşlar. İthal çözümler yerine kendi çözümlerimize bir göz atalım.

Dönüşümlerin ayak seslerini duymak istiyoruz.

İşe kendi eğitim modelimizi inşa ile başlayalım. Başkalarının modelleri ile yarışa katılamayacağımız defalarca ispatlandı.

Öğrencilerde büyük çoğunlukla kimlik bunalımına ve aşağılık kompleksine yol açan, Batı’da çoktan terk edilen seküler hurafeleri, üstelik de jakoben yöntemlerle empoze etme işlemini hangi özel ve güzel vasıta ile sunarsanız sunun değişen bir şey olmuyor.

Artık bu “özel ve güzel vasıta” arayışlarını bir kenara bırakalım da sadece gelelim.

Geriye dönüp geçmişte başlatılan “yeni müfredat, çoklu zeka, toplam kalite projelerine bakalım. Son zamanlarda ise akıllı tahta, laptop ve bedava ders kitabı gibi projelerin” niçin amacına ulaşmadığını sorgulayalım ve oyalandığımızı görelim. Yeni müfredat, çoklu zeka, toplam kalite gibi projelerde sayın bakanım sizler de yer almıştınız.

Bu düzenlemelerin, mevcut eğitimin her yıkıcı ve yok edici kimlik bunalımını örtme, gizleme, hatta meşrulaştırma işlevi dışında başka bir işlevi olduğunu söyleyebilir miyiz?

Mevcut yozlaşmaya “akıllı tahta” ve “tablet bilgisayar” projelerinin de çözüm olmadı. Temelleri çürümüş binayı ne kadar ihya edebilirsiniz?

Ruha vüsat ve düşünce dünyasını kanatlandıran, bilimsel değere haiz tarih, sosyoloji, felsefe, fen ve hatta sanat derslerini hayata geçirebiliyor muyuz?

Eğitime ruh verecek ve öğrenciye ideal ve şahsiyet kazandıracak öğretmenlerin yetişmesidir asıl olan.

Gelin öğrenciyi çok yönlü değerlendiren, kalite ve beceriyi ölçebilen sistemler hayata geçirelim. Lise döneminde öğrenciye en azından bir “meslek öğretmek” esas haline gelsin ve mesleki eğitim tüm uygulamaları ile kendini göstersin. Ortaokul ve liselerin son sınıflarına “bitirme-olgunluk sınavı” getirelim ve böylece her şeyin merkezi sınavların ağırlığı altında ezilmesinden ve yozlaşmasından kurtaralım.