Milli canlanış kökleşebilir mi?

Abone Ol

Türkiye’de yaşanan “Büyük Uyanış”ı, maalesef sevinmesi gerekenlerden çok, bu uyanıştan korkanlar itiraf ediyorlar…

Bu durum ilk bakışta garipsenebilir… Meseleyi politik çıkarlar açısından düşündüğünüzde, eğer bir “uyanış” birilerinin çıkarlarına giden yolu tıkıyorsa onlardan bir memnuniyet beklemek, meselenin doğasına da ters olacaktır…

Ne yazık ki, modern devlet yapılarının en fazla can yakan taraflarından biri, iktidara gelmenin yollarının politik gerilimlerden geçmesidir…

İktidarlar ne yaparsa yapsın onun yanında yer almak sanki diğer partilerin kendilerini iktidarın varlığında eritmeleri olarak algılanıyor…

Elbette her siyasal hareket doğal zeminde kendince bir farklılık ortaya koyma iddiasıyla sahneye çıkar ve bu da siyasal hayatımıza kattığı renklerle yeni fırsatlar sunar…

Tek bir alternatifin varlığının aslında bir tür mecburiyet olduğu düşünüldüğünde, siyasette farlılıkların ne denli büyük bir zenginlik olduğu da çok açıktır…

Fakat zenginliğin sadece sayıdan ibaret bir görüntü arz etmesinden de bahsetmiyorum…

Nitelikli, kendisini sadece iktidarın yapıp ettikleri karşısında konumlandırmayan, alternatif bakış açıları geliştiren bir zenginlikten bahsediyorum…

Kaldı ki sayıları hiçte az olmayan siyasi partilerin zaten kahir ekseriyetinin adının dahi bilinmediği gerçeği ile de yüzleşmek durumundayız…

Bu gerçek de ortada iken bir de gündemdeki partilerin sadece iktidara cevap yetiştirme üzerine kurulu siyaseti bunun üzerine eklendiğinde, ciddi bir nitelik kaybı ve fikir sığlığı ortaya çıkıyor…

Her şeyi açık kaynaklardan takip eden bir toplumun önünde bütün dünyanın dikkatini çeken gelişmeler ya da yatırımlar inkâr edildiğinde, bunu bir siyaset biçimi olarak sunmak bir partiye hiçbir itibar kazandıramaz…

En baskıcı iktidarların zulmüne hatta asimilasyonuna uğrayan toplumların dahi kendi kültüründen, geleneğinden tamamen koparılamadığı gerçeği düşünüldüğünde, hür bir millete gözünün önündeki gerçeği inkâra zorlamak ya da onu yok saymasını talep etmek hiçbir siyaset felsefesiyle izah edilemez…

Belki siyaset arenasında yeterli yansımayı bulamıyor gibi görünse de toplumun kahir ekseriyetini heyecanlandıran ve Türkiye’nin yakın geçmişi göz önüne alındığında olağanüstü denecek hamleler, yatırımlar tarihsel kodlarla eklemlenmiş gibi görünüyor…

Güçlü ve tarihe önderlik etmiş bir devlet geleneğinin de kolaylaştırdığı bu kök salmayı çok iyi hissedemeyenler, yeni nesillerin durduğu yerden uzaklaşacak ve günü kaçıran her siyasi hareket gibi ömürlerini kendi öngörüsüzlükleriyle sona erdireceklerdir…

Bugün yaşananları sadece kendi geleceği açısından bir tehdit gibi görenlere korkularının ikrar ettirdiği Türkiye gerçeğini, iktidar hırsından ötürü görmek istemeyen siyasilerinde bir gün mutlaka itiraf edecekleri çok açıktır…

Fakat bu itirafın en üzücü olabilecek kısmı, uyanış karşısında yenilmiş olmanın dayattığı bir itiraf olma ihtimalidir…

Düşünce iklimindeki değişimi, yeşeren özgüveni zamanı kaçırmadan fark eden ve hâlâ ayakta olan bir siyasi hareketin yaşanan bu uyanışı itiraf etmesi çok daha anlamlıdır…

Zira yenilmiş zamanı kaçırmış bir siyasi hareketin itirafının hiçbir anlamı olmayacaktır…

Risk almanın, aklın ve tarihin beslediği bir uyanışı fark edememek, ciddi bir tarih bilgisinden yoksunluğun da işaretidir…

Tıpkı Fransız devriminin, yok etmek istediği devleti hiç istemediği halde daha da güçlendirmesi gibi bugün yapılanlar da Türkiye’yi ve iktidarı güçlendirmeye devam ediyorlar…