Bizim derdimiz ne sarhoş kusmuğu ne kol gezen vicdansızlık ne de gâvur adetlerini içselleştiren antipatik modernler. Şu süreçte Noel baba serserilerini de kale almıyoruz.
Bizim derdimiz bu vatanın kuyusunu kazanlar. Derdimiz ahlak bekçiliğine soyunmuş oğlan müptelası terzi yamakları. Derdimiz gazino mirasyedicisi faşist ukalalar. Derdimiz leş kokan “amberin”ler. Derdimiz aklını iblisin esaretine satmış “hür’’ tarih palavracıları. Derdimiz gazetelerde köşe sahibi kiralık namussuzlar. Derdimiz aslan payına göz diken çakallar. Derdimiz asırlık ve ahbes azınlıkların partileri. Derdimiz teröre sırtını dayamış genel başkanlar.
Velhasıl, aslî derdimiz vahdet.
Evet, birlik olalım diyoruz sürekli. Amaç belli diyoruz. Dayatılan algıya mahal vermeyelim diyoruz. Amenna. Lâkin aksiyondan yoksun; birlik olalım, safları sık tutalım söylemleriyle vatanın habis işgallerden beri olacağına inanmak, üzerimize oynanan satrançları elimiz çenemizde izlemekten başka bir anlam taşımıyor.
Radikal bir laf olacak ama belli başlı meselelerde kutuplaşmadan ne içimizdeki İrlandalılar’la mücadele edebiliriz ne de dış mihrak denilen kan emicilerin üzerimize fırlattıkları ateş toplarından sıyrılabiliriz. Zaten bizi “dışarıya” karşı en savunmasız kılan da, içimizdeki “profesyonel vatandaşlar’’ değil mi?
Nedir bu meseleler?
Kemalizm, Pers fetişizmi, ılımlı İslam, mazi şuuru, faşizm.
Hayırsız ideallere hizmet eden bu düşüncelerle ve bu düşüncelerin profesyonel destekçileriyle kutuplaşıp, kendimizi ve hakikatlerimizi koruma içgüdüsünü yılmaz bir devamlılıkla aksiyona dökmemiz gerekiyor. Çünkü yıkım temelli bu zihniyetle mukaddes ölçülerde vahdete varabilmemiz mümkün görünmüyor. Kılçığını ayırmadığımız bütün bir balığın cevherinden nasiplenebilmemiz mümkün mü? İşte bizim de, millet olarak, kılçıklarından kurtulmuş bir birliğin inşacıları olmamız gerekiyor.
Çünkü bu kavramlar başta Kemalizm olmak üzere birbiriyle doğrudan ve dolaylı bir ilişki içerisinde.
Ayrıntıya girmeden tek cümleyle derdimizi anlatalım.
Asırlık kelepçe Kemalizm; doğurduğu ve dayattığı topyekûn izan çerçevesinde İslami değerleri yumuşatarak yok olma raddesine getirmiş, sahte ve köksüz bir medeniyet bilinciyle mazi şuurumuzu baltalamış, Allah’ın kelamına aykırı bir benlik, bir ucuz milliyetçilik anlayışı meydana getirmiş, Batı’nın ve Batı’nın kubur temizleyicisi Şia’nın hizmetinde bir idrak mekanizması geliştirmiştir.
Artık belli bir kesim tarafından yapılan her çirkeflik Kemalizm kisvesi altında meşrulaştırılıp, sevimli hale getirilmeye çalışılıyor. Ne de olsa bahane hazır. Tepki çeken, Atatürkçülüğe sığınıp hor görüldüğünden dem vuruyor.
Kurt postu giymiş koyun gibiler. İdrak perdelerine mil çekilmiş, pısırık kahramanlıkların peşindeler. Davaları tek. Beslendikleri kirli kaynak aynı. Aynı noktadan türeyip farklı yönlerde fışkırarak ulaşabildikleri her paklığı pisletme peşindeler.
Objektif bu. Keskin şekilde bir fikri eleştirmemin sebebi; o fikrin özgürlük, çağdaşlık, kalite, ahlak ve kimlik kavramlarını olgulaştıramamasıdır. Aksine kiminin bilinçli kiminin de ketum bir cehaletle milli kültür ve karakterimize aykırı bu kaba fikri özümseyip, yüzyıllardır mücadele ettiğimiz dağıtma ve yok etme politikalarına merdiven görevi icra etmesidir.
Netice itibariyle fikirlere saygımız olacak, muhakkak. Fakat yüzeysel ve işlevsiz bir saygının basiretsizlik olduğunu da bilmemiz gerekiyor. Önemli olan, “kılçığa” da hakkını vermek belki, tamam. Ama kılçığın yerinin gırtlağımız olmadığını, onu ait olduğu yere; çöpe atmazsak nefesimizi kesip bizi boğacağını da unutmamamız icap ediyor…