Mezhepçilik

Abone Ol

Siyasi hedeflere ulaşma amacıyla savaşlarda ucuz insan kaynağı sağlamak için başvurulan “mezhepçilik” geleneği Hıristiyan kaynaklı bir politik faaliyettir. Hıristiyanlar arasında tarih boyunca yürütülen siyasi iktidar mücadeleleri sahaya, farklı mezheplerin fanatik taraftarlarından oluşan orduların ya da çetelerin birbiriyle güya “kutsal bir amaç” için savaşması olarak yansımıştır. İslam tarihinde Hanefi, Şafi, Hanbeli, Maliki gibi bilinen mezhepler arasında herhangi bir savaş ya da rekabet olmamıştır. İslam mezhepleri Hıristiyanlıkta olduğu gibi birbirlerini tekfir etmezler ve aralarında taraftar toplama rekabeti yoktur.

İran Molla Rejimi’nin siyasi iktidarını muhafaza için mecburen kayıtlı düşmanlara ihtiyacı vardır. Tahran’daki en dar daire olan rehberlik, sonra İran halkı daha sonra İslam âlemi ve nihayetinde insanlık için hiçbir teklifi ve ikram edecek değeri kalmamış olan Molla Diktası varlığını korumak için kademeli düşman daireleri inşa etmeye çalışıyor. “Amerikan düşmanlığı”, “İsrail düşmanlığı” tiyatrolarının giderek inandırıcılığını yitirmesinden dolayı ihtiyacı olan gerginlik cephesini İslam içinde arayan İran Molla Diktası politik varlığı için mezhepçilik yapmak zorundadır. Aksi halde örneğin, Afganistan gelen bir Şii militan hangi motivasyonla Suriyeli ya da Yemenli bir Müslüman’ı öldürebilirler ki? İran Molla Diktası tarafından dağıtılan paralar ya da aileleri için vadedilmiş vatandaşlık teklifleri teşvik edici olabilir ama savaşın sürdürülebilir olması için, Hıristiyan savaşları tarihinden devşirilmiş politik kodlarla mezhepçilik yapılmak zorundadır.

Bu durumda Müslümanlar’ın üzerine düşen başlıca vazifelerin şunlar olduğu kanaatindeyim:

İran halkıyla, Molla Diktası’nın propagandalarından arınmış sağlıklı bir iletişime geçmeliyiz. Düşman arayanın, düşmanı bulamayınca kendi kendine nasıl saldıracağını hatta saldırdığını göstermeliyiz. Molla Diktası’nın “kendilerinden başka herkesin aslında Müslüman olmadığını ve dahi bütün Müslümanlar’ın kendilerine düşman olduğunu” iddia ettiği politik stratejilerini boşa çıkarmalıyız. Molla Diktası’nın buna inandırmak için kendi kendine saldırdığını ve hayali düşmanlıklar inşa ettiğini izah etmeliyiz. Örneğin Suriye’ye güya Seyide Zeynep Türbesi’ni korumaya gittiğini iddia ediyordu İran. Şii âlimler bile bu iddiaya şaşırmış hatta reddiye vermişlerdi. Hangi Müslüman, Seyide Zeynep’e (hâşâ) düşmanlık besleyebilir ki? Buna kim inanır? Doğal olarak hiç kimse inanmayınca bizzat İran’ın kendisi sahte saldırılar düzenleyip “Gördünüz mü bak saldırıyorlar” diye propaganda yapmıştı. Humeyni Türbesi’ne saldırı da aynı Molla Diktası’nın benzer bir kendi kendini vurma hamlesiydi.

Müslümanlar’ın mezhepleri olur ama Hıristiyanlar gibi “mezhepçi” olmazlar. Şafi mezhebinden olan bir Müslüman, İmamı Şafi taraftarı değildir sadece onun içtihatlarına tabi olmuştur. Şafiler tavaf sırasında rahatlıkla Hanefi içtihadına tabi olurlar ki kadın ve erkekler olur da birebirlerine dokunurlarsa abdestleri bozulmasın. Fakat Katolikler, kurucuların olan Petrus’un taraftarıdır. Papa dinî başkandır, Hz. İsa’nın (as) vekili ve Katolikliğin kurucusu Petrus’un vekilidir. Aynı zamanda Papa masumdur ve yanılmazdır. Molla Diktası’nın anlattığı Humeyni ya da mevcut Ayettulah kimse aynı şeydir. Katolikler için Katolik mezhebi bir cephedir ve Ortodokslarla amansız savaşları vardır.

Fakat Müslümanlar’ın mezheplere bakışı böyle değildir. Mesela Hanefiler Müzdelife’de namazları cem ederken Şafi mezhebine tabi olurlar. Bizim mezhebimiz var ama “mezhepçi” değiliz. Mezheplerimiz İslam’ı anlama ve yaşama içtihatlarıdır savaştığımız cephelerimiz değil.

Ancak, emperyalist yayılmacılık, nüfuz alanı kurma ve coğrafyada politik saha yönetimi derdi olan devletler mezhepçilik yaparlar. Bu, tarih boyunca hep böyle olmuştur. Tamamı Hıristiyan olan Avrupa başka hangi motivasyonla birebiriyle savaşabilir? Ya da tamamı Müslüman olan coğrafyada başka hangi motivasyonla Müslümanlar’ı cephelere bölüp birbiriyle savaştırabilirsiniz ki… İşte bu hasis plan gereği mezhepçilik yapan İran Molla Diktası’nın elinden “mezhepçilik” denilen şeytani kartı almalıyız.

O halde tam bu noktada dananın kuyruğunu kopararak bitirelim yazıyı. Bu işler kimin sorumluluğunda? Devletin mi? Doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsının mı? Diyanet İşleri Başkanlığı’nın mı? Medyanın mı? Kimse kusura bakmasın ama asıl sorumluluk sahipleri kendine “Ehli Sünnet” diyen cemaatler ve hocalarımızdır. Hiçbiri ortaya ilmi bir çalışma koyamıyor. Birebirlerine saldırıyorlar ama gençliğin ihtiyacı olan neşeyi, şevki, ilmi, aşkı, muhabbeti göremiyoruz hiçbirinde. Sonra “Efendim bu adamlar niye varlar” diye şikâyet edip boşa gevezelik yapıyorlar. Efendiler önce ayağa kalkın, üzerinizden kibrinizi atın, rahatınızı bozun, pahalı arabalarınızdan inin ve sahaya çıkın. Bosna, Azerbaycan, Yemen, Suriye, Açe, Myanmar, Mısır, Libya, Somali, Sudan, Eritre, Türkmenistan ve Özbekistan; Molla Diktası tarafından adım adım işgal edilmekte. Haberiniz var mı oralardaki faaliyetlerden? Kaç koldan hangi usul ve taktiklerle yürüyorlar haberiniz var mı? Ne gibi tohumlar ekiyorlar haberiniz var mı? Şimdi ya o terletmez kumaşla kaplanmış rahat sedirlerinizden kalkın ve işe girişin ya da boşuna şikâyet edip kafa şişirmeyin… Kendi aranızda ettiğiniz kavgalar hakkında “Hadi fitneyi büyütmeyelim” diye sessiz kalıyoruz. “Yahu bunların ne olduğunu tek tek anlatırız; ama bizim bunların şahsınıza söylediklerimiz cemaatlere laf getirir son tahlilde ümmet zarar eder” diye sessiz kalıyoruz. Ama siz de abartmayın artık…