Allah Rasülü Efendimizin (sas) bir doğum gününe daha ulaştık Elhamdülillah. Bu bizim için bir nimet ve bir fırsattır. Bu vesile ile O’nun bıraktığı davaya sahip çıkıp çıkmadığımızı bir daha gözden geçirmek gerekir.
Tabii ki O, Allah’ın Rasül’üdür. Sevdiği, seçtiği ve bizim için örnek olarak gönderdiği elçisidir. O’nu sevmek bize farzdır ve iman da ancak bununla mümkün olur. Kalksa da birisi, Allah sevgisi yanından O’nu çekmeye çalışsa, imanı asla olamaz ve inkâr edenlerden olur. Yani kâfir olur. Onun içindir ki Kelime-i Tevhid ve Kelime-i Şehadetimizde Allah ve Rasül’ü birlikte zikredilir. Çünkü ancak O’nun getirdikleri ile iman ve İslâm ortaya çıkar.
O bize canlarımızdan daha kıymetlidir.
Cenab-ı Hak bir ayet-i kerimesinde şöyle buyurur:
“Peygamber mü’minlere canlarından daha evlâdır.” 33 Ahzab 6
İşte yakınlığın derecesi…
Bu yakınlıktır ki yürekleri yakmış ve nice na’tler, kasideler, ilahiler ve mevlid-i şerifler yazılmış o güzel Efendimize.
Sonsuz salât ve selâm O’nun üzerine olsun!
Bir hadis-i şerîfte ise şöyle buyrulur:
“Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizden biriniz için ben; anne ve babasından ve çocuğundan daha sevgili olmadıkça (hakkıyla) îman etmiş olamaz.” Buharî, îman 8
İşte bu hâle riâyet eden mü’minlere de şöylece mükâfatları vaad olunur:
“Sizden kim Allah’a ve Rasûlü’ne îman ile itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükâfatları iki kat veririz. Ayrıca biz ona (cennette) bol bir rızık hazırlamışızdır.” 33 Ahzab 31
“Eğer Allah’ı, Peygamberi’ni ve âhiret yurdunu diliyorsanız bilin ki Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” 33 Ahzab 29
Peygamberimiz’in (sas) nasıl ve ne için gönderildiğini, O’nu överek şöyle haber verir Rabbimiz:
“Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Allah’ın izniyle, bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak (gönderdik).” 33 Ahzab 45-46
Bir âyet-i kerîme var ki; hakîkaten bizi o güzel Rasûl’e daha çok bağlar, daha çok sevmemizi ve hürmet göstererek gereğine uymamızı hatırlatır:
“Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salât ederler. Ey mü’minler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.” 33 Ahzab 56
Evet, O yüce Mevlâ’mız, güzel Habîbi’ni böyle anıyor, böyle kıymetlendiriyor ve şanını yükseltiyor. Melekleri de bu konuda çok titiz davranıyorlar. Ya biz ümmeti! Gerçekten ümmeti olarak bizler de O’na salât-u selâm ediyor muyuz?
O’nun getirdiği nizamı, O’nun Sünneti’ni hakkıyla alıp uyguluyor muyuz? Bir de sünneti hafife alanları düşününüz.
Evet, bu durum çok tehlikelidir. O’na saygıyı, sevgiyi yitirerek ileri geri konuşanların, Sünneti tamamıyla ya da bir kısmıyla reddedenlerin âkıbetine bakınız:
“Allah ve Rasûlünü incitenlere Allah, dünyada ve âhirette lânet etmiş ve onlar için aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır.” 33 Ahzab 57
Rabbimiz O’nun yolundan ayırmasın!
ALLAH RASÜLÜ ÂŞIKLARI
Ey Bâd-ı Sabâ, uğrarsa yolun Semt-i Harameyn’e,
Selâmımı arz eyle Rasûl’üs-Sakaleyn’e!
Âşıkların dilleri gönüllerindedir. Gönülleri ise Hakk aşkıyla doludur. Söyleyince oradan söylerler. Allah aşkı, muhabbeti daim yakar onları:
Âteş-i Aşkınla yandım Yâ Rasûlallah,
Kalmadı dermânım geldim Yâ Rasûlallah, diyen bir aşığın, bu hicrâne dayanması mümkün mü acep?
Allah (cc) sevgisine ulaşmanın yolu, Rasülullah (sav)’den geçer. Âyetler böyle der. Allah’ı seven, Efendimiz’e uyar. Yoksa ne mümkün Hakk sevgisi?
Yaşayışı da gidişi de edeble olur. Edeble varır Ol Rasûl’e… Şair Nabi’nin mısraları gibi. Hani Efendimiz sav’in Ravza-i Pâki’lerine iki konak geride istirahate çekilmişti ya kervan. İçlerinde Nabi ile bulunan Paşa da ayaklarını Yeşil Kubbe’ye yani Efendimizin Kabr-i Şerif’lerine doğru uzatıp uyuyakalınca, Nabi elinde olmadan şu mısraları terennüm etmeye başlamıştı:
Sakın terk-i edebden kûy-ı Mahbûb-ı Hudâ’dır bu,
Nazargâh-ı İlâhîdir, Makâm-ı Mustafâ’dır bu.
Sakın edebi elden bırakma! Burası Allah’ın Habîbi’nin mahallesidir. Burası Hakk’ın nazargâhı, Hz. Peygamber’i (sas) makamının bulunduğu mekândır.
Böylelikle irticalen söylediği bir Na’tla Paşa’yı uyarır. Paşa, uyanır ve bu durum karşısında sinirlenir. Bu aramızda kalsın diye de tembih eder. Ravza-i Mutahhara’ya sabah namazı varınca hayretler içerisinde kalırlar. Zira Müezzin
Nabi’nin kasidesini okumaktadır minarede. İner inmez koşarlar ona:
-Nereden öğrendiniz Müezzin Efendi bunu? Daha yeni söylemiştim ben. O;
-Sen Şair Nabi’misin?
-Evet.
-“Bu gece rüyamda Peygamber Efendimiz bana “Ümmetimden Nâbî adlı bir şair vardır ki benim hakkımda bir kaside yazdı, onu bu gece minareden okumanı arzu ediyorum,” buyurarak bu beyitleri bana öğretti” deyince Nâbî sevincinden, heyecanından bayılıp düşer. Kendisini uyardığı için Nâbî’ye sinirlenen Paşanın sinirleri geçmiş; kendisine bir ders verildiğini anlamıştır tabii ki.
Peygamber Efendimizin âşıkları ne kadar çok. Ebu Bekir (ra)’e bakın! O kadar dövülüyor ki bayılıyor ve yakınları eve getiriyor. O, saatler sonra gözlerini açınca, ilk sorusu; Sevgilim nasıl? oluyor. Aman Ya Rabbi! Sevgiye bakın!
Kendisine su ve yiyecek veren yakınlarının isteğini şu sözleriyle reddediyor.
-Vallahi ben Muhammed (sav)’i görmeden asla ağzıma bir şey almam. Daha iman etmemiş olan yakınları ona kızarak kollarına girip onu götürürler ve o Allah Rasül’ünü görünce kendini ona atar kucaklar ve derki;
-Sizi sağ gördüm ya bana ne olursa olsun hiç önemli değil Ya Rasulallah!
Çünkü Efendimize de eziyet ettiklerini biliyordu.
Sevban’a bakın! Hep ağlıyor bir gün ve herkes şaşkın. Efendimiz (sav) soruyor: “Niçin ağlıyorsun Sevbân?”
“Anam babam sana feda olsun Ya Resûlallah! Dünyada huzurunuza gelerek sizi hep görüyorum. Ama âhireti düşünüyorum. Siz Makam-ı Mahmud sahibisiniz. Nebiler makamında bulunacaksınız. Biz ise halk arasında olacağız.
Cennete girsem dahi sizin mertebenizde olamayacağım. Sohbetinizde bulunamayacağım. Eğer giremezsem, sizi görmekten ebediyyen mahrum kalacağım. O zaman benim halim ne olacak? İşte bu düşünceler, endişeler ve sizden ayrı kalmanın korkusu beni bu hale düşürdü” diye cevap verir.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bir cevap vermez, sükût edip kendi halince kalırlar. Bir müddet sonra Allah Teâlâ, Sevban ve emsali ehl-i imanı şu ayet-i celileleriyle tebşir eyler: “Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, işte bunlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği Peygamberler, sıddîklar, şehidler ve salihlerle beraber olacaklardır. Bunlar ne güzel arkadaştır! İşte itaatkârlara yapılan bu ihsan Allah Teâlâ’dandır. Her şeyi bilici olarak Allah kâfîdir.” (Nisa, 69-70)
Her devirde O’nun âşıkları olmuş ve olacaktır. Şairleri olmuş ve olacaktır. Hassan b. Sabit, Abdullah b. Ravaha, Ka’b b Malik, Kadın Şaire Hansa… Sahabe-i Kiram’dan. Sümeyra Anne’ye bakın! Uhud’a varıp iki oğlu, babası ve eşi şehit olduğu halde, ‘onlar şehadete ermişler ne mutlu. Bana Allah Rasul’ünü gösterin der.’
Yesevi’ler, Mevlana’lar, Yunus’lar, Süleyman Çelebiler, Fuzuli’ler, Akif’ler, Arif Nihat’lar, Necip Fazıllar, Yaman Dedeler, Karakoçlar, Nurullah Genç’ler… Nice Naatler, kasideler, mevlid-i şerifler dizmişler mısralara ve tabii ki oradan da gönüllere. Bunlar hep bizim değerlerimizdir. Okutmamız lazım nesillerimize. Allah’ı, Rasül’ünü sevdirmemiz lazım şiirlerle, nesirlerle. Yoksa gidişat perişan.
Sonsuz Salât-ü Selâm, Ol Güzel YÂR’e olsun!
SENİ BEKLERİM EY NEBİ
Gözlerim ufuklarda seni beklerim Ey Nebi,
Yanan yüreğime derman olur musun Efendim?
Bir sevda halesiyle yanıp tutuşur ciğerim,
Bilmem mukaddes dâvâna nasıl hizmet ederim?
Gökleri tutan çağrını iletsem insanlığa,
Bin feryâd ile çağırsam şu ölümsüz dâvâna,
Yanık yürekli âşıklar katılsa saflarıma,
Bir ordu misali dolsam gönül ufuklarına…
Dünleri taşısam Altın Neslinden yarınlara,
Kavuşsa gönüller artık yemyeşil baharlara,
Çatlayan toprakları birleştirse o rahmetin,
Dökülse gözyaşları da sevişse ümmetlerin…
Ya Nebî, ya Rasûl, anlatamıyorum derdimi,
Muştular sunan o hayat iksîri dâvetini,
Geceni gündüzüne katmıştın da çilelerle,
Rabbine olan çağrını iletmiştin bizlere…
Şimdi koşuşsun insanlık rahmet deryalarına,
Sarılsın bıraktığın hayat rehberi Kur’an’a,
Dökülsün tane tane günah kiri insanlığın,
Kadr-ü kıymeti bilinsin artık şu insanlığın…
Şimdi ağlıyor gözlerim, yanıyor bağrım, özüm,
Var mıdır acep sana varıp bakacak bir yüzüm?’
‘Hani Benim Sünnetim,’ onu ne yaptınız dersen,
Acep ne olabilir söyleyecek bir çift sözüm…
Haykırsam insanlığa durmayıp o hakikatten,
Kulak verir mi niceleri şu ümmetinden,
Şikâyet mi olur böyle sana Ya Rasülallah,
Nasıl ulaşsın ki bizlere bu hâl ile felâh?
Muzaffer Dereli