Sabah namazından sonra tesbihat ve Kur’an okunması yarım saat kadar sürdü. Sonra ünlü hatip ve vaizlerimizden Emrullah Hatipoğlu vaaz etmeye başladı. Caminin üçte ikisi dünyanın farklı yerlerinden gelmiş müminlerden oluşuyordu. Ben caminin orta kısmında bulunuyordum ve de etrafımda hiç Türk yoktu. Tiplerine bakarak tanımlamak gerekirse cemaatin büyük çoğunluğu Arap kardeşlerimizden oluşuyor. İkinci sırada Türk cumhuriyetlerinden gelenler, üçüncü sırada vatandaşlarımız vardır diye tahmin ediyorum. Nitekim namazdan sonra avluda çok sayıda Arap hanımların da olduğunu gördüm.
Emrullah Hoca her zamanki heyecanından bir şey kaybetmeden, cemaatin misafirlerden oluştuğunun farkında olarak ümmetin genel durumuna vurgu yapıyor. Özellikle Suriye’yi daha çok gündeme getiriyor. Ancak cemaatin hocanın söylediklerinden anladığı; Şam, Bağdat, Mekke ve Medine kelimelerinden öteye gitmiyor. Hoca daha çok Arapça kökenli kelimeleri kullanıyor; belki bir kaç kelime de o sayede anlaşılıyordur.
Aklıma “Yahu dünyanın birçok bölgesinden bu kadar insanı gönüllü bir şekilde, böyle mübarek gün ve zamanda bir araya toplamışken bu vaaz neden Arapça, İngilizce verilmez?” diye geçiriyorum.
Artık birçok dilde vaaz verecek hutbe okuyacak hocalarımız var. Hatta 15 Temmuz’da ne yaşadığımızı bu vesileyle anlatsak fena mı olur? Bayramdan sonra ülkelerine dönecek bu insanlar kendilerine “15 Temmuz’da Türkiye’de ne oldu?” diye sorulduğunda ne cevap verecekler?
Fırsatları kaçırmakta üzerimize yok. Diğer şehirleri bilmiyorum ama İstanbul’da çok sayıda Arap turist var. Mesela Sultanahmet Camii’nde vaaz ve hutbe Arapça ve Türkçe okunsa iyi olmaz mı? Vakit namazlarında bile etrafta fazla konut bulunmadığı için gelenlerin büyük çoğunluğu misafirlerden oluşuyor. Bunu bir fırsat bilerek namazlardan önce veya sonra farklı dillerde vaazlar yapılsa ve bu bir alışkanlık haline gelse cami adabına aykırı olmaz herhalde.
İstanbul’un tarihi mekânlarının turistler üzerinde ciddi tesirler bıraktığını düşünüyorum. Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te karşılaştığım bir bayanın Sultanahmet’te Müslüman olduğunu dinlemiştim. Mekânların görsel zenginliklerinin yanı sıra bilgi aktarımı da yapılsa tebliğ görevi daha iyi yerine getirilmiş olmaz mı?
Diyanet İşleri Başkanlığı özellikle sur içinde bulunan büyük camilerde farklı dillerde tebliğ ve irşad faaliyetlerini yürütse ne iyi olur. Örneğin Sultanahmet’te Arapça, Süleymaniye’de İngilizce, Şehzadebaşı’nda İspanyolca, Yeni Camii’de Rusça, Fatih Camii’nde Fransızca dili esas alınarak camiye ziyarete gelen misafirlere İslam ve ülkemiz hakkında doğru bilgiler aktarılsa daha güzel sonuçlar alınır.
Bunu Batılılar da yapıyor. İngiltere’nin Roman Bath şehrinde bulunan katedrali ziyaret ediyordum, kapıda duran papaz her gelen misafirle ilgileniyor, hangi ülkeden olduğunu soruyor ve o dilde hazırlanan bülteni takdim ediyordu. Benim de Türk olduğumu öğrenince “Türkçe bültenimiz yok ama siz çevirir gönderirseniz gelen Türk misafirlere veririz” diye teklifte bulundu.
Meşhur darbımeselde olduğu gibi yapmayalım. Hani adam Hızır aleyhisselamı arıyormuş. Gelene geçene Hızır’la görüşmek istediğini ve onunla nasıl buluşabileceğini soruyor. Bu sırada bir adam geliyor ve şöyle diyor: “Hızır elini şöyle benim yaptığım gibi kaldırır ve de taşa vurur, yumruğu taşar girer.” Bu manzarayı hayranlıkla seyreden adam “Allah razı olsun Hızır’ı nasıl bulacağımı bana öğrettin. Bundan sonra gelenlere dikkat ederim” diyor. Hızır çekip gidiyor, bizim adam çok sonraları uyanıyor ama iş işten geçmiştir. Şimdi de biz, kendiliğinden ayağımıza gelen bizi anlamaya hazır bir kitleyi bir yana bırakıyor ve ülkemizin yanlış tanıtıldığından yakınıp duruyoruz…