Geçen pazar (3 Aralık 2017) bu sayfada yayımlanan “Minyeli Abdullah NATO projesi mi?” başlıklı yazımız temelsiz bir tartışmaya sebep oldu. Temelsiz çünkü aynı duygu dünyasından gelen eleştiri sahiplerinden hiçbiri ne okumuş ne de okuduklarını doğru anlamıştı. Meseleyi yeniden tartışmaya açmayacağız; geçelim…
Özetle diyoruz ki, bu memlekette yüzyıldır aynı şeylerin konuşulup tartışılıyor olması bir tesadüf müdür?
Mesela, çok satan gazetelerin parlattığı bir isim anında popüler olabiliyor. Fakat bir kesim, hangi keşfi yaparsa yapsın kendi sınıfından birini yıldızlaştıramıyor. Bunun sebeplerini tartışmıyoruz bile…
Entelektüel ve kültürel hâkimiyet manasında temerküz etmiş biri ağzıyla kuş da tutsa belli mecraların tanıtımı olmadan veya onlar tarafından devşirilmeden bir yere gelemiyor, bilinmiyor. Bu bir trajedidir ve çözülemiyor. İşte, kırılması gereken direnç noktası tam da burası…
Sadece ülke içinde değil, zamanın ruhuna uygun yaşayan ve kimliğinin bütün özellikleriyle ‘bizden’ olan insanlarla aynı paydada buluştuğumuz anda her şey değişecek. Bölgenin en güçlü aktörü haline geleceğiz.
Türkiye’nin hakkında yakalama kararı çıkarttığı CIA ajanı Graham Fuller’in sözü idi: “Türkiye bir şekilde kontrol edilmeli. Edilmezse büyür, gelişir ve çemberin dışına taşar. ABD’nin bu topraklar üzerindeki kabiliyeti azalır.”
Kolombiyalı bir doktora öğrencisinin yurtdışında yaşayan Osmanlı vatandaşları üzerine bir çalışma yürüttüğünü öğrenmiştik. Tezinin başlığı “Osmanlı Diasporası”. Hayret dolu bakışlarımıza şaşırarak, “Bu durumda olan 200 bine yakın kişinin olduğunu tespit ettim” demişti.
1890’dan itibaren yurtdışına giden yüzlerce vatandaşımız var.
1960’dan sonra çalışmak için gurbete çıkan…
Veya ihtilaller döneminde siyasi gerekçelerle Avrupa’ya giden sığınmacılar…
Sayıları 4 milyona yakın.
Bu konuda ciddi bir politika eksikliğimiz var. Kolombiyalı genç doktora öğrencisinin yaptığını bizim okullarımızın yapması gerekmez mi?
İngiltere’deki 10 bin kişilik Ermeni cemaatinin, Avrupa’da yaşayan 4 milyonluk Türk nüfus karşısındaki ‘diaspora’ veya ‘lobi’ başarısının sosyolojik ve psikolojik tahlilini neden yapmıyoruz?
Bu da Kemalizm’in günahlarından biridir. Eğer başından beri büyük devlet refleksiyle hareket edilseydi böyle bir sorun çoktan ortadan kalkmış olurdu.
Düşünelim: Çin Seddi’ne kadar olan coğrafyada güçlü bir Türk varlığı; dindaş ve soydaş kitlesi…
Diğer tarafta Avrupa’da büyük bir Türk diasporası…
Merkezde ise Türkiye…
Böyle bir gücün karşısında kim durabilir?
Bu ‘kızıl elma’ ancak ciddi bir planlamayla gerçekleşebilir. Ekonomik, kültürel ve siyasal birliktelik bu coğrafyanın kaderine de yansır.
‘Memalik-i Osmanî’ böyle yaptığı için başarılı oldu. Hâkimiyeti altındaki bütün coğrafyalardaki halklara ‘vicdan’ ve ‘hürriyet’ nazarından bakarak başardı.
Biz de ‘Memalik-i Türkî’ veya ‘Memalik-i Türkiyye’ idealine ancak böyle ulaşabiliriz.
1250-1517 yılları arasında Mısır ve Suriye’de hüküm süren Memlük Devleti’nin resmi adı ‘Memalik-i Türkiyye’dir. Türkiye adını devlet olarak ilk kullanan onlardır. Hatta ay-yıldızlı bayrak da ilk o tarihlerde göndere çekilmiştir.
Bakış açımızı böyle kurgularsak, ‘büyük’ Türkiye’yi engellemek için ‘proje’ CHP eliyle ve ‘acem’ Sarraf marifetiyle tezgâha çıkarılan operasyonları daha iyi anlayabiliriz.
Nasipse gelecek yazımızda devam edelim…