Mehmet Savaş Hoca’dan ilmin vakarını öğrenmek

Abone Ol

Âlim ve mütefekkirlerimizin kadr-u kıymetini bildiğimizi göstermek için onların vefat etmesini beklememize gerek yok. Son yıllarda İstanbul’da Mehmet Savaş, Halil Günenç, Yusuf el-Karadâvî ve Cevdet Said gibi yaşayan büyüklerimizi tebcil için toplantılar tertip edilmiş olması takdire şayan bir kadirşinaslık örneğidir.

29 Mart 2017 akşamı İstanbul Fatih’te kâin İBB Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi’nde “İlme Adanmış Bir Ömür: Mehmet Savaş” başlığıyla bir sohbet programı düzenlendi. Moderatörlüğünü İHAM Başkanlığı’nı da deruhte etmekte olan Prof. Dr. Mustafa Karataş’ın yürüttüğü programa Hocaefendi’nin arkadaşları, kendileri de hoca olan talebeleri ve çok sayıda öğrenci katıldı. Tüm koltukların erkenden dolduğu ve koridorlarda bile yer bulmanın zor olduğu program üç saat sürmesine rağmen katılımcılar büyük bir dikkatle sonuna kadar takip ettiler.

İlmin kıymetine ve zor zamanlarda dinî ilim tahsili uğruna özyurdumuzda çekilen çilelere örnek teşkil etmesi açısından, sohbet programında Savaş Hoca’nın anlattıklarını özetle paylaşmakta yarar görüyorum:

Bütün bir ömrü ilme ve tedrise adayabilmek

Savaş Hoca’nın kısa hayat hikâyesini -yer kısıtı nedeniyle- Altınoluk dergisinin kendisiyle 1995 yılında yapmış olduğu röportaja (1) ve TRT Diyanet TV’de yayımlanan “Köklerin Hikâyesi” programının 13. bölümüne (2) havale ederek burada son programda hocamızın vurguladığı bazı hususları özetle aktarmayı tercih ediyorum:

“Defalarca denedikten sonra kaçak yollardan Suriye’ye girebildik… Lise kısmına geçeceğim sırada apandisitten rahatsız olmuştum. Dersin hocasına söyledim, ‘dersten kaçmak için böyle yapıyorsun’ diyerek izin vermeyi reddetti, bir aspirin vermekle yetindi. Acıdan kıvranıyordum. Ben mi çağırdım seni, çık dışarı!” diyerek medresenin kapısına koydu beni. Ağlıyordum. Bir başka hocam okula girerken beni gördü. Beni yanına alıp müdüre çıktı. “Bize güvenip insanlar çocuğunu okula gönderiyor. Bu çocuğu almıyorsanız ben de derse gelmiyorum artık!” deyince tekrar aldılar…

Şam’da Osmanlı Mekteb-i Tıbbiyye-i Şâhâne ve Hukuk mezunu bir doktor ikinci kez apandisit ameliyatımı yapmıştı. Sağ tarafımda apse oluşmuştu. Hamidiye kışlasının tamamlayıcı bir kısmı olan hastanede 58 gün kaldım. Irkçı arkadaşlar (yatak işgal etmeyeyim diye) beni erkenden çıkarmak istiyorlardı. “Ziyaretçim yok, garip öleceğiz, anamız babamız duyunca perişan olacak!” diye kuruntular yaparak yorganın altında ağlıyordum.

AÜDTCF’den bir doçent arkadaş ziyaretime geldi. Hâlimi hatırımı sordu. “Şevket ağabey’i, bana biraz can eriği getirebilir misin?” dedim. Tamam deyip çıktı. Meğer onun da parası yokmuş. Gidip odasından İbn-i Akil kitabını almış, Emeviye Camii girişinde onu satıp bir kese kâğıdı erik getirmiş bana. Ama onu da yiyememiştim. Çünkü doktor yasaklamıştı… Tanımadığım bir kadın hastane bahçesinden topladığı bir demet çiçeği getirip moralimi yükseltmişti. “Burayı sizin ecdadınız yaptı, kendinizi garip hissetmeyin.” demişti.

Şam’da Mustafa Zerka, Mustafa Sıbai, Fethi Dureydi ve el-Bûti gibi hocalardan ders aldık… 14 sene evime hiç gelmedim. Fakülteyi bitirdikten sonra pedagoji ihtisası yaptım. Kızlı erkekli yüzlerce öğrenci arasından seçilen 80 kişi arasına girdik hamdolsun. Hocam Abdurrahman ed-Dureyd’den sabah namazının akabinde ders alırdım. Tek bir söz almıştı bizden: “Siz de erinmeden talep eden herkese ders vereceksiniz.” Allah rahmet eylesin. İlahiyat Fakültesi’nden sonra ikamet alabilmek ve Suriye’de kalmaya devam edebilmek için Eğitim Fakültesi’ni de okudum. Bu arada çok sayıda öğrenci okuttum.

Valide ve pederin yaşlandığını haber aldık. Yine kaçak yollardan Halep’ten gelmek için yola çıktık. Bir yerde nehirden geçmemiz gerekiyor, bot yok. Jandarma sesimizi duyup gelmeden geçelim diye suya girdik, yüzme de bilmiyorum. Sudan salimen çıktık, ama pamuk tarlalarında koşarken kazıklar ayağımızı parçaladı. Konya’ya geldim ki anamın bir gözü görmez olmuş…

Suriye ile kültür anlaşması olmadığından iki fakülte diplomamız geçersiz sayılmıştı. Bu arada, askere celp çağrılarına cevap vermediğimiz gerekçesiyle Bakanlar Kurulu kararıyla vatandaşlığımız sonlandırılmıştı… Suriye’de 1964-70 yılları arasında dünya vatandaşı (vatansız) olarak yaşadık…”

Tahsil edilen ilmi tedris de edebilmek

“Nihayet yeniden Türkiye’ye dönerek Konya İHL’nde öğretmenlik yapmaya başladım. Daha sonra yedek subay olarak hudutta, Saroz körfezinde yaptım askerliği. Dönüşte Afyon Bolvadin’de meslek dersleri öğretmeni olarak çalışmaya başladım. Sonra baskılar sonucu müdür oldum. İdareciliği sevmediğim için bir an önce kurtulmak istedim.

1975’te Bolvadin’de Alkonit fabrikası temel atma törenine birçok bakanla birlikte Başbakan Yardımcısı da gelecek oldu. Kaymakam cuma vaazında benim vermemi rica etti. Heyet bir hayli gecikmişti, benim vaazı uzatmamı istiyorlardı. Ben de “Burası camidir, bakan, başbakan diye kimseye imtiyaz tanınmaz!” deyince gazeteler, “Vaiz başbakan yardımcısına meydan okudu!” diye haber yaptılar. Vaazda anlattığımız konu, minare ile fabrika bacası bir ülkenin kalkınması için gerekli olduğu mealindeydi.

1968 yılında Tayyar Altıkulaç Bağdat’tan dönerken Suriye’ye uğradığında bir dersimi dinleyip çok memnun kalmıştı. Onun talebiyle Millî Eğitim Bakanlığı’ndan ayrılıp 1976’da Haseki Eğitim Merkezi’ne iltihak ettim. Mustafa Alkan Hoca ve diğer hocalarla birlikte orada göreve başladık. Başlangıçta Eğitim dili Arapça idi, Türkçe konuşmak yasaktı… 46 yıldır oradayım. Öğrencilerimle iftihar ediyorum…”

İlmin itibarını ve muallimin vakarını muhafaza edebilmek

Ara sıra Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kendisine Hac esnasında Arafat Vakfesi duasını yaptırma, uluslararası bazı toplantılara temsil yetkisiyle katılma gibi görevler de tevdi ettiği Mehmet Savaş Hocaefendi, -programda gösterilen sinevizyonda konuşan talebelerinin de şahitlik ettiği üzere- ilim ve kitap aşığı, kitapları, şerhlerini, baskılarını çok iyi bilen, fıkhı derinden kavramış ve fıkıh eğitimine derinlik kazandırmış bir hocaefendidir.

Prof. Dr. Âdem Esen’in ifadesiyle; “Mehmet Savaş Hocaefendi, ilmini hiçbir olumsuz bir hususa alet etmeyen, her zaman ilmin vakarına uygun davranan, istikametini koruyan, siyasilerle, mal mülk sahipleriyle mesafeli tutumunda ölçüyü iyi koruyan bir insandır. Onun için insanlar ona karşı saygısını muhafaza eder.”

Kendisinden daha kıdemli hocaefendilerin de zaman zaman derslerine iştirak ettiğini hatırlatan Savaş Hocaefendi şu hatıralarını paylaştı:

“Haseki’ye geldiğimde 38 yaşında genç bir insandım. İstanbul Müftüsü Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı zaman zaman derslerime katılıp beni teşvik ederdi. Edip ve büyük bir şeyh olan bu zatın dışında Gönenli Mehmet Efendi ile Abdurrahman Gürses Hocaefendiler de ellerinde Hidaye kitabı derslerime gelir, blok hâlinde işlediğim derslerimi sonuna kadar takip ederlerdi.

Sınıftan çıkarken Güzelyazıcı Hocaefendi, “Hocam buyur, bizi yaşlı deyip öne sürme, buranın hocası sensin.” derdi. Bir gün derste elini kaldırarak şöyle demişti: “Çocuklar, ‘biz dinî eğitimi yok ettik’ demişlerdi. Oysa “el-ba’su ba’del-mevt; ölümden sonra diriliş” haktır. İşte siz bu dinî eğitimin dirilişinin en güzel göstergesisiniz!”

İslam Bankası Guvernörler Toplantısı için İstanbul’a gelmiş olan Cezayir Merkez Bankası Müdürü ziyaretimize gelip ne okuttuğumu sormuştu. Fıkıh ve Usul-i Fıkıh deyince; “Ben fıkhı çok severim, İtalya’da maliye okudum, Sorbon’da doktora yaptım, müsaade eder misiniz, dersinize misafir olabilir miyiz?” dedi. Ben de memnuniyetle, dedim. Ben dersimi takrir ederken Cezayirli mendilini çıkarıp gözlerini siliyordu ara ara. Dersimi bitirince kendisini kürsüye davet ettim. Hıçkırıktan konuşamadı. Sadece şunu söyleyebildi: “İslam’a 800 yıl bayraktarlık yapan bir millete de bu yakışırdı!” İstanbul’u nasıl bulduklarını sorduğumda ise şu cevabı vermişti: “İstanbul’da en çok hoşuma giden, tepelerde gök kubbeyi kucaklayan ve ben kıyamete kadar buradayım diyen camiler oldu.”

Bir ara Ezher Şeyhi de ziyaretimize gelmişti ve “Andolsun, biz de Ezher’de fıkhı bu şekilde okutuyoruz.” demişti. Merhum Ramazan el-Bûti’nin de; “Fıkıh nasıl okutulur, gidin Haseki’de görün.” dediğini duymuştum.”

Savaş Hocamızın bu son programda anlatmadığı bir ziyaretçisini de ben kısaca sizlere aktarmak isterim. Haseki Külliyesi’nde ders esnasında o zamanki müdür kapıyı çalmış. Arkasında esmer ince yapılı bir misafir. Aklından yolda kalmış bir garip yardım talebiyle uğramış olabilir diye geçirmiş. Müdür bey “Amerika’dan Prof. Fazlurrahman” deyince Savaş Hoca biraz telaşlanmış. Çünkü Hidaye’den o gün köle bahsine ilişkin bir pasaj okuyorlarmış. Fazlurrahman’ı da reformist olarak duymuşluğu var… “Bu adam bizi topa tutar, bu çağda siz hâlâ köle bahisleri mi okuyorsunuz?” diye bizi kınar diye düşünmüş. Acaba başka bir konuya atlasam daha mı iyi olur diye de düşünmüş kendi kendine. Ama bu sefer de öğrencilerden birisi “Hocam, köle bahsini okuyorduk, niye bu konuya atladınız?” derse iş daha da karışır diye bu düşüncesinden vaz geçmiş. En arka sıraya geçip uslu bir talebe gibi dersi izleyen Fazlurrahman dersin sonunda söz alıp demiş ki:

“Ben İstanbul’a geldiğime, bu kurumu ziyaret ettiğime, bu derse iştirak ettiğime ne kadar memnun oldum, bilemezsiniz. Amerika’ya gider gitmez basın toplantısı düzenleyerek şu mesajı vereceğim: “Ey Amerika’nın iş adamları! İşçilerinize İslam fıkhının köle hukukunu uygulayın, fazlası gerekmez!” Zira, yediğinden yedireceksin, giydiğinden giydireceksin, sövemezsin, dövemezsin, akraba olanları ayıramazsın. Bu düzeyde işçi hakkı dünyanın neresinde var?”

“Hocaların Hocası” unvanına layık olmak

Fıkıh, tefsir ve feraiz gibi İslami ilimler sahasında dünyaca tanınmış otoritelerinden biri olan Mehmet Savaş Hoca için ilk onur gecesi 24 Eylül 2011 tarihinde Pendik Yunus Emre Kültür Merkezi’nde düzenlenmişti. Dostları ve talebeleri yanında ilim camiasından önemli simaları da bir araya getiren gecede ‘Çağdaş Literatüre Mütevazı Bir Katkı’ konulu bir de panel gerçekleştirilmişti.

Programda konuşan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez; Türkiye’de fetret dönemi yıllarında Mehmet Savaş, Halil Gönenç gibi hocaların canhıraş bir çabayla ilmi ayağa kaldırmaya çalıştıklarını anlatmıştı. O dönemlerde Fıkıh, Hadis gibi ilimlerin kürsülerinin dahi olmadığını kaydeden Görmez; “Bu gibi İslami ilimlerin kürsülerinin adına ne yazık ki ‘Arkaik İlimler Kürsüsü’ adı konmuştu. Çok şükür ki Mehmet Savaş gibi hocalarla bu yılları geride bıraktık.” demişti.

Savaş Hoca’nın engin ilmine ve üstün düzeydeki Arapçasına da dikkat çeken Görmez; “Yıllarca müftüler, vaizler ve akademisyenler yetiştiren Savaş Hoca, engin ilminin zekâtını müderrisliğiyle ödemiştir. Kendisine uzun ömürler diliyorum.” diyerek konuşmasını tamamlamıştı.

Diyanet İşleri Eski Başkanı ve Haseki Eğitim Merkezi kurucularından Dr. Tayyar Altıkulaç, İstanbul Milletvekili Erol Kaya, İstanbul Müftüsü Mustafa Çağrıcı, Pendik Belediye Başkanı Kenan Şahin, il ve ilçe müftüleri ile çok sayıda akademisyen ve vaiz de katıldığı programda Mehmet Savaş Hoca’nın kısa hayat hikâyesini anlatan video sunumunun ardından, başta Dr. Tayyar Altıkulaç olmak üzere Savaş Hoca’nın dostları ve akademisyen talebeleri, kendisiyle yaşamış oldukları anılarını programa katılanlarla paylaşmıştı.

Mehmet Savaş Hoca’nın Henüz 1950’li yıllarda 16 yaşında iken ilim tahsil etmek amacıyla diyar-ı gurbete çıktığını belirten akademisyen talebeleri, 17 yıl boyunca Şam’da illim tahsil eden Savaş Hoca’nın hem akademik hem de klasik tarzda ilim tahsil ettiğini kaydettiler. Şam’da dersleri haricinde ünlü âlimlerin kapılarını aşındırarak özel dersler alan Savaş Hoca, 14 yıl boyunca Şam’da din görevlisi olarak da görev yaptı. Program sonunda Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez tarafından kendisine üstün hizmet plaketi takdim edilen Mehmet Savaş Hoca; “Ölene kadar ilim öğrenmeye ve öğretmeye devam edeceğim.” vadinde bulunmuştu.” (3).

Bu vadine sadık kaldığına şahit olduğumuz muhterem Mehmet Savaş Hocaefendi hâlen tedrisata devam etmektedir (Örnek bir dersi için bakınız: 4 No’lu kaynak). Hukuk alanında akademik faaliyetler yürüten oğlu Abdurrahman Savaş ile program çıkışında selamlaşınca, muhterem hoca babasının hatıratını yazdıkları, tashih ve redaksiyon çalışmalarının ardından baskıya verecekleri müjdesini verdi. Bir ilim adamının meşakkatli ilim yolculuğuna ilişkin kıymetli bilgilerin yer aldığı bu hatıratı sabırla bekleyeceğiz.

Rabbim Mehmet Savaş Hocamıza sağlıklı uzun ömürler ihsan eylesin…

Kaynaklar:

Mehmet Savaş Hoca ile Röportaj: “İslam İlimle Başlar Takva İle Biter”,

Altınoluk dergisi, İstanbul, Ocak 1995, Sayı: 107, s.10.

TRT Diyanet TV, Köklerin Hikâyesi: Mehmet Savaş Hocaefendi, 13. Bölüm, Nüans Ajans 2015.Mehmet Savaş Onur Gecesi, , 24 Eylül 2011.Mehmet Savaş, Usûl-i Fıkıh Dersi 1/10 (Mukaddime-1),

, 2 Şubat 2016.