Görgü, hızla daralan kuşak farkları ve çeşitlenen iletişim araçları içinde insanoğlunun yegane kurtuluş yöntemi olabilir.
Sosyal öğrenmeye dayalı, toplumsal manzaraya doğrudan bağlı ve toplumu da şekillendiren bir unsur olarak görgü, hızla değişen günümüz insanının yaşama ve ilişki şekillerinin ya dinamiti ya da besleyicisi oluyor. Meseleye nereden baktığımıza ve referanslarımıza göre değişiyor.
Görgü diye ifade ettiğimiz, eskilerinde ‘âdâb-ı muaşeret’ dediği olgu, eğitim sistemiyle ne denli ilişkili? Ve bu ilişki, nesillerin şekillenmesi noktasında değişen Türkiye’de nasıl bir tablo oluşturuyor?
Bu mühim soruların cevabını aramak üzere geçtiğimiz hafta İstanbul’da mühim bir çalıştay gerçekleştirildi.
İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğünün düzenlediği Âdâb-ı Muaşeret Projesi Materyal Geliştirme Çalıştayı, Yıldız Teknik Üniversitesi Eğitim Fakültesinde yapıldı.
Biz de “Medya ve Âdâb-ı Muaşeret” başlığı altındaki toplantılara katıldık. Medya ve eğitim mecraının önemli isimleriyle uzun fikir alışverişleri sonrası bir rapor ortaya çıkardık.
Raporun ayrıntısına girmeyeceğim. Fekat özellikle altını çizmek istediğim bir husus var. Âdâb- muaşeretin temelini oluşturan sosyal öğrenme alanları çeşitlendi. Hatta değişti de diyebiliriz. Eskiden nineden, dededen alınan görgü artık sosyal medyada ve yeni medya araçlarından ediniliyor.
Evet, aileyi özellikle belirtmedim. Okulu da aynı şekilde. Zira sosyal gelişimde her iki alanın da etkisi malum. Oysa farkına varmamız gereken bu yeni medya araçlarının oluşturduğu yeni sosyal alan.
Düşünün ki; eskiden babaannnesinin dizinin dibinde, dedesinin sakalının konusunda büyüyen; büyüklerinin abdest alışını izleyen, sohbet eden, masal dinleyen çocuklar şimdi sosyal medya araçlarının beslediği ego ile sadece ve sadece kendine dönmüş, yine bencilliğin zirvesinde yaşayan ‘fenomen’lerin örnekliğinde bambaşka bir şekilde görgü edinip yeni bir âdâb-ı muaşeret alanında yetişkinliğe yol alıyor.
Tehlikenin farkında mıyız?
Hayır, tehlikeden kastım yeni medya araçları değil. Bunun farkında olmayan aileler ve eğitimciler.
Tam da bu noktada, İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün düzenlediği çalıştay önem arz ediyor. Yeni mecralar ve medyalar ve yepyeni dünyanın idrakinde bir müfredat ile eğitim kadrosu, tehlike diye gördüğümüz şeyleri bertaraf edebilir.
Âdâb-ı muaşeret dersi konması ya da ders içeriklerinde böyle bir başlık kullanılmasından bahsetmiyorum. Tam tersi… Aksine… Bu başlıkla hiçbir çalışma hazırlanmamalı ve çocuklara kesinlikle bu başlıklarla gidilmemeli. Âdâb-ı muaşeret dediğimiz şey, yani görgü, başlı başına örneklik teşkil etmekle mümkün olur.
Sosyal medyada cirit atan öğretmeninin okula gelip akıllı cihazların ve sosyal medyanın zararlarından bahsettiğini gören çocuk, öğretmeninin sosyal medyadaki çelişkili tutumu karşısında kesinlikle ve kesinlikle meramı doğru alamayacaktır. Hiç ders anlatmasa da sosyal medyada doğru düzgün bir profil ortaya koysa, bir öğretmen için daha büyük hizmet, Milli Eğitim için de daha doğru müfredat olamaz.
Fekat öğretmenlere “Sosyal medyada şöyle davranın” demek de çözüm değil. Zira sosyal medyada gerçek kimliği ile yer alan hiç kimse, kendi karakteri dışında davranamaz. Sırıtır. Mutlaka açık verir. Böyle de bir turnusol kağıdı oralar…
İşte bu ahval ve şerâit içinde vazifemiz, adam olmak. Kadroları buna göre oluşturmak. Gençlere misal olmayı becerebilmek