İzlediğimiz yayınlarla öğreniyoruz ‘’son dakika hayatı’’. Okuduğumuz kitaplarla zenginleşiyor görüşlerimiz. Fakat, takip ettiğimiz gazete ve köşe yazarlarıyla şekilleniyor doğrularımız.
Düşünmekle vakti zayi etmek ve yorulmak istemiyoruz. Bugün izleyeceğimiz tartışma programında ne düşüneceğimizi söyleyecekler ya. Neden yoralım ki kendimizi?
Tartışmaya girdiğimiz dostlarımıza kendi görüşlerimizi kabul ettirmek için karşılıklı gazete küpürlerini delil olarak sunduğumuz vakit; işin ne kadar vahim bir hale geldiğini idrak ediyoruz.
İşte! Medyanın bizi yönlendirmesi ve basiretsiz birer vatandaş haline getirmesi gerçekte hak olanı değil; medyanın hak gördüğünün kale alınması ile sonuçlanıyor. Ülke gündemi ve siyasetinin medyanın eline geçmesiyle neticeleniyor.
Bundan dolayı artık siyasi partilerin öncelikleri arasında ‘’kendi medyanı güçlendir’’ maddesi başı çekiyor.
En vahim olanı ise; karşındakinin takip ettiği gazeteden siyasi görüşünü anlayabilmek , izlediği televizyon kanalından ideolojisini ifşa edebilmek ve okuduğu köşe yazarından ne diyeceğini tahmin edebilmek… Bunun mümkün olması ve hatta bariz bir durum teşkil etmesi medyanın insanı körleştirmesinden kaynaklanıyor. Çünkü medya insanın ‘’gören gözü’’ ve ‘’işiten kulağı’’ halini almış. Daha kötüsü ise ‘’düşünen aklı’’ yerine geçmiş vaziyette.
Mevlana’nın ‘’Bana arkadaşını söyle; sana kim olduğunu söyleyeyim’’ sözünü ‘’bana takip ettiğin medyayı söyle; sana kim olduğunu söyleyeyim’’ sözüne devşirilmesi gerektiğine inanıyorum artık.
Lakin dünyada da durum bizdekinden farklı değil. Misal: ABD seçimlerinde cumhuriyetçi aday Donald Trump bunun en muazzam örneği. Elinde güçlü medya organları ve parasal zenginlik bulundurması sayesinde başkanlığın en önemli adayları arasında gösterilmesi medyanın yayılma ölçeğiyle doğru orantılıdır.
Ortadoğu’da yüzbinlerce insan ölürken dünyada oluşmayan tepkilerin Avrupa’da oluşması için 40-50 ölüm yeterli oluyor. Bu karşılaştırma, Avrupa’da ölen insanların ölümü hak ettiği anlamına gelmiyor. Fakat bariz bir tezatın ortaya konulması için bu karşılaştırmanın yapılması gerekiyor.
11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezine yapılan saldırının naklen verilmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir durum. ABD’nin retorik bir dil kullanarak bunu tüm dünyaya duyurması ve bundan sonra ‘’Ya bizdensiniz; ya da düşmansınız’’ söylemi yine medyanın gücü kullanılarak yapılmıştı.
Medyanın ulusal ve uluslararası alanda bu denli güçlü bir vaziyette olması, medyayı ele geçirmek için büyük uğraşlar verilmesine sebebiyet vermiş. Medya bu sayede siyaset, ekonomi ve popülist mecralarla iç içe giren bir hal almış. Bu da güçlü olanın güçlü medyası olmasına; güçlü medyası olanın güçlü olması silsilesine ulaşmamızı sağlar. Artık medya; herkes için büyük bir tehlike arz eder hale gelir…