Medeniyet hafızası

Abone Ol

Ortadoğu tabirini sevmiyorum.

Uzak bir bölge algısı uyandırıyor.

Oysa Ortadoğu ülkesiyiz.

Düne kadar idari ve siyasi olarak yekpare bir coğrafya Ortadoğu. Bizim coğrafyamız.

Sykes Picot ile başlayan süreçte, Gertrude Bell’in cetveliyle çizilen devletçikler bile, bölgenin sosyo-kültürel ve ekonomik hinterlantımız olduğu gerçeğini değiştiremedi. Ne kadar hoşlanmasam da bu yazıda Ortadoğu diyeceğim

ben de.

Daha doğru bir tanım buluncaya kadar hepimiz kullanmaya devam edeceğiz.

Ne zaman Ortadoğu üzerine konuşsam, bölge haritasını dizlerime yatırır öyle konuşurum.

Harita yoksa ne gam, bir kalem kağıt olsun yeter, kendim çizerim.

Gertrude Bell’in çizdiği dümdüz sınırlar işimi zaten kolaylaştırıyor.

Bölgenin cemazüevvelini biliyoruz. Topraklarımız nihayetinde.

Sınırların olmadığı zamanların hikâyeleri hâlâ çok canlı.

Dilimizde, gönlümüzde dün kadar hakikatli koruyor varlığını.

Gözümüz kulağımız hâlâ oralarda.

Irak, Suriye, Yemen, Filistin, Mısır, Tunus, Lübnan, Libya, Cezayir…

Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar bulunmaz vecizesi bu aidiyeti ne denli içselleştirdiğimizin kanıtı.

İstanbul’un göbeğinde, rastgele 5 vatandaşa sorun ‘Diyar neresidir?’ diye, 5 kişiden 3’ü refleks olarak ‘Bağdat’ diyecektir.

Bağdatlının gözü gönlü zaten İstanbul’da.

Ülke taşrasının gözünün İstanbul’da oluşundan farksız bir duyguyla hiç şüpheniz olmasın.

Çankırı’nın en güzel havalarından birisinin adı Cezayir Havası’dır.

Her sazlı sözlü buluşmada, sazcıların günlük repertuarında olmasa bile ‘vur bir Cezayir Havası’ diyen Çankırılı çıkar.

Kimse Türkiye’nin orta yerinde ne gezer Cezayir Havası diye merak etmez. Çünkü medeniyet hafızası sordurmaz bunu.

Medeniyet hafızası da zaten böyle korunur. Üç kelime yeter.

‘Daha iyisi Şam’da kayısıdır’.

Giden Fizan’a gider, geç dönen hep Fizan’dan döner.

Medeniyet hafızası sihir gibidir.

Koca bir seferberliği, bir ağıda saklar.

Koca Yemen’i bir ‘çemen gül’ kelimelerine saklar.

Dünü gün gibi taze tutar ağıtlar, türküler.

Bu hafızayı silecek bir güç, bu hafızayı saklayan esaslı bilinçle baş edecek bir akıl gösteremezsiniz bana.

Mesele Yemen Türküsü’nü Yemenlinin bilmemesi, söylememesi değil.

Bu onların vazifesi de değil.

İlay-ı Kelimetullah, Nizam-ı Alem’i düstur edinmiş 1000 yıllık bir medeniyet imparatorluğunun çocuklarıyız biz.

Sır, bizim bu ağıtları ve türküleri söylemekten vazgeçmeyişimizde.

Gözümüzü, Şam’dan, Bağdat’tan, İsfahan’dan, Tebriz’den, Şiraz’dan, Horasan’dan ayırmayışımızda, gönlümüzü bu topraklardan koparmayışımızda.

Nasıl bir dejenerasyon politikası izlenirse izlensin, nasıl bir kültür emperyalizmi uygulanırsa uygulansın medeniyet hafızasının yerli yerinde durduğunu ve korunduğunu göstermek amacım.

Medeniyet hafızasını güçlü kılan sadece ağıt ve türküler değil elbette.

Tarihimizi 100 yıllık Cumhuriyet tarihine indirgeyenlerin anlayabileceği bir şey değil bu.

Medeniyet hafızası mütemmim cüzün bütünü demektir.

Anadolu insanı, Yemen Türküsü’nü söyledikçe, Yemen Anadolu’nun mütemmim cüzü kalacaktır.

‘Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar bulunmaz’ dedikçe, Bağdat Anadolu’nun mütemmim cüzü olarak kalacaktır.

Ezanlar Yedikule Hacı Evhaddîn Camisi’nin, Sultanahmet Camisi’nin şerefelerinden Kabe-i Muazzama’ya doğru kıyâma davet ettikçe bizi İstanbul Medine’nin mütemmim cüzü kalacaktır.

Ve biz mütemmim cüzleri birleştirmenin bir yolunu bulacağız inşallah.

Anlatabildim mi?