Medeniyet çağında, aşağılık kompleksi…

Abone Ol

Bir hayatı zor durumda bırakmak için, imkânlarının hepsini kullanmaktan çekinmeyenlerde, aşağılık kompleksi vardır.

Gelişmiş medeniyet insanoğlunu birbirine ve çevreye karşı daha duyarlı yapacağı yerde, daha fazla çirkinleştirmekte. Modern hayatın içeriğinde manevi dokuya savaşa var. Yani ahlaki değerlere saldırı. Madde ön plana çıktıkça, hisleri zayıflayan insan, son teknoloji karşısında önce kendine uyumsuz sonra da topluma.

Öfke ve tahammülsüzlüğün ana nedeni, rekabettir. Geleneksel yapı bize paylaş ve yardımlaş derken, modern hayat; parçala ve savaş diyor. Bu kaygan yaşam biçimi tabi ki kalpleri tahrip etmekte, kişiyi kendi olmaktan da men etmektedir. Bir telaş, yetinmeme, hep daha fazlası diyerek kendine komut veren insanın başını gelecek telaşı o kadar fazla döndürüyor ki, hiçbir şeyden lezzet almamaya başlıyor. Çünkü boşluk adlı çerçeveye ruhlarını teslim edip, hızlı bir şekilde kendini tüketen bir nesil var karşımızda.

Mutsuz, huzursuz Batının maskeli yüzüne kavuşmak için, kendi kültürünü aşağılayanlar kazanır mı? Tabii ki hayır! Ruhen iflas başlar.

Kültürel çoraklaşma, anlama yetisini de kaybettirdi. Bilginin içinde bilgisiz olmak, varlığın içinde yokluk çekmek modern insanın handikabı. Pergelin bir ucunu değerler haritasına yerleştirseydik, ahlak bu denli deforme olmayacaktı.

“Üstünlük kompleksinin temelinde her zaman bir aşağılık kompleksi vardır.” diyor, Alfred Adler. Batının ekrana yansıyan süslü yüzü, bizi değerlerimizden uzaklaştırdı.

Başka kültürlerin uşaklığını yaparak üstünlük taslayanların iç dünyası tam bir faciadır. Hani diyor ya Necip Fazıl ‘’ Bir şey koptu benden / şey, her şeyi tutan bir şey. ’Kendinden yüzünü saklayarak mısra mısra küçülesi geliyor insanın işte burada. Modern dünyanın hırsı, ruhlarımızı altüst etti.

Her şeyimiz var, ya da yavaş yavaş olmakta! Ama moral yok. Bu çetrefilli hayat karşısında, aslında huzurun da tanımı değişiyor. Vurdumduymazlık dozunu artıran, kendini huzurlu sanıyor.

Alçalış faciası durmaksızın büyümekte! İnsan, insanlıktan hızla kopuyor. Tarih güç yarışına girenlere bedel ödetmekte oldukça ısrarlı. Bu parantezi dahi göremiyor modern gözün dünyası. Çünkü kazanmak için hırsın kölesi olmuş, maddeciliğe endekslenmiş sistemde yarış var.

Evlatlarını korumak için nasihat eden anne baba kendini koruyamaz hale geldiğini anlayamıyor bile. Gençlik neyi örnek alacağını bilmediği için eğriden doğru türetmekte. Eğitim dünyasının öncüleri reelde saygı diyor, sanalda küfürlü dil kullanmaktan kaçınmıyor. Klavyenin başında, iyiliğin ve kötülüğün kahramanları birbirine karışıyor. Sokrates ölmeden son konuşmasında, “Çocuklarım büyüdüklerinde, erdemden çok zenginliğe düşkünlük gösterecek olurlarsa, ben sizinle nasıl uğraştıysam, siz de onlarla uğraşın demişti.” Modern yaşam lüksü servis ederken, erdemli duruşun yerini iç kavgaya bırakacak doğal olarak.

Yani modern dünyanın arka bahçesi fazlası ile karışık. Klavyenin büyülü özgürlüğü, ömrünü edebe, güzel ahlaka adayanları da esir almış gibi gözükmekte. Elde etmeye adapte olmaya başlayınca, ‘sahiplik’ duygusu hâkim olmaya başlar. İnsanın kendinden geçişidir bu. Hakikat artık bir masaldır. “Dünyada acı var, suçlular yok; her şey bir zincirin halkası halinde tam bir basitlik ve yalınlıkla geçip gidiyor ve sonunda dengeye varıyor.” diyor Dostoyevski.

Modern gücün silahı varlığıyla güçsüzü etkisiz hale getirip, ortama sahip olmaktır. Sahiplenmek için, yaşamın her köşesini renklendirmekten kaçınmayan, gerektiği yerde iyilik yapıyor-muş gibi gözüküp, kötülük saçıyorum diyen bir sistemin içinde eridiğimizi anlayamaz hale gelişimizi neye borçluyuz. Lükse ve şehvete düşkünlüğümüz olabilir mi bunun cevabı. Bir çeki düzen şart değil mi aynanın karşısında?

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Nurettin Topçu: “Bizde henüz insan yok, aydın- cahil, ilerici, gerici var.” Kalbinize emanetsiniz…