Bir filmin merakla beklenmesinin birkaç sebebi olur. Ya konusu, ya ele alan kişi ya da ele alış şekli merak uyandırır. “Hz Muhammed: Allah’ın Elçisi”, bunların tamamı açısından senelerdir beklediğimiz bir filmdi. Basın gösterimi yapıldı ve vizyona giriyor. Haliyle bize de bu üç açıdan değerlendirmek düşüyor.
Yönetmen Mecid Mecidi… Kendisini Cennetin Çocukları, Söğüt Ağaçları Altında ve Baran gibi filmleriyle bilirsiniz. İran Sineması dendi mi akla gelen ilk isimlerden… İslam coğrafyasında sanat ile kurulacak bağın nasıl olacağı sorusuna cevap arayanlar arasında en çok kıymet görenlerden biri Mecidi. Hatta Mecidi’nin çabası ‘fıtrat sineması’ olarak nitelenir. Haliyle Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) hayatını filme alacağını ilk duyduğumuz andan beri heyecanımız zirvede. Düşünsenize, sadece İran’ın değil İslam aleminin sanattaki en önemli icracılarından biri, geniş imkanlarla Hz. Muhammed’in (s.a.v.) filmini yapacak. Çağrı’dan seneler sonra böylesi bir girişim, Çağrı’nın bitmeyen duygusunu tamamlayacak ve üzerine çıkacak bir etki oluşturmalıydı.
Seneler bu beklentiyle geçti. Mecidi ile filmin çekimlerine daha başlamadan önce bir röportaj yapmıştım. 5 yıl kadar önceydi. Türkiye’de destek arayışındaydı (beklediği desteği bulamadığını ve Türkiye’de bir kurumun filme ortak olmadığını duyduk). Mavi Marmara Katliamı sonrası İslam coğrafyasında Türkiye’nin imajı hiç olmadığı kadar olumluydu ve bizi zaten çok seven Mecidi de bu havanın etkisiyle buradaydı… Röportajımızda, Hz. Muhammed’i (s.a.v.) resmetmeyeceğini, bunu da saygısından ötürü yapmayacağını söylemişti. Film için özenli bir çalışma içinde olduklarını, dünyanın en iyi isimleriyle çalışacaklarını ifade etmişti. Gerçekten de öyle oldu. Mecidi, İtalyan görüntü yönetmeni Vittorio Stararo ve Hintli müzisyen A.R. Rahman ile filmin iddiasını ortaya koydu.
Zannedersem İslam dünyasının en büyük bütçeli filmi oldu. 40 milyon dolarlık bir miktarda bahsediliyor. Bu gerçekten müthiş bir yatırım. Filmde de bunun etkisini görüyoruz. Fil Vakası’nın canlandırıldığı sahne Hollywood standartlarında gösterişe ve etkiye sahip. Film için Mekke dönemi sıfırdan inşa edilip, birçok çekim alanı plato olarak kurgulandı. Gayet başarılı bir dekor ve sanat uygulaması söz konusu… Müzikler de görsellik kadar Hollywood standardında. Sinematografi de bu çerçevede teknik açıdan başarılı ve bütçesinin hakkını veriyor.
Peki, Mecidi’nin çekeceği bir Hz. Muhammed (s.a.v.) filminden beklentilerimiz bunlar mı olur? Cevabım kesinlikle hayırdır. Elbette bütçesine binaen ele aldığı konuları hakkıyla sinemasal manada perdeye çıkarmalı. Burada sıkıntı yok. Lakin, sinemasının arayışını ve bize sunuş şeklini sevdiğimiz Mecidi’nin yapacağı bir film değil bu. Filmden Mecidi imzasını kaldırın ve herhangi bir Hollywood yönetmenini ekleyin, kimse yadırgamaz. Bu manzara teknik manada başarılı olsa da İslam coğrafyasının sineması ve Müslümanların sinemayla ilişkisi adına gelişme olarak addedilemez.
Başta da söylediğim gibi filmi 3 açıdan değerlendirmek lazım. Hollywood standartlarında bir iş çıkmış olması, Müslümanların da imkan bulduğunda başarılı, şatafatlı filmler yapabileceğinin ispatı olmuş. Bunun hakkını veriyoruz. Fekat meselenin diğer bir boyutu olan “Mecidi nasıl bir film yapmış?” sorusu, olumlu manada cevap bulabilecek gibi değil. Fıtrat sineması yapan Mecidi, imkanların cezbine kapılıp kendisinden beklenmeyecek derecede konvansiyonel ve filmografisinden uzak bir eser ortaya koymuş. “Hz. Muhammed” (s.a.v.) filmi Mecidi için ya bir parantez olacak ya da artık sineması değişecek. İkinci seçeneğin olmaması için dua edelim…
Ve filmin bir de içerik boyutu var…
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatından bir dönemi ele almak, ‘görsel sanat’ olarak nitelenen bir alanda ciddi risk. Zira Peygamberimizin (s.a.v.) suretinin resmedilmesi çok nadir misaller (Şii dünyasındaki örnekler) dışında vuku bulmuş değil. Haliyle, filminin çekimi öncesi Türkiye’de de bu hususta istişarelerde bulunan ve film bittikten sonra da Hayrettin Karaman gibi önemli isimlere izleterek onayını alan Mecidi için de bakış aynı diyebiliriz. Peygamberimizin (s.a.v.) yüzünü göstermemiş. Ancak saçını, bedenini ve hatta parmaklarının arasından gözlerini göstermiş. Fıkhi olarak bunun oluru var mıdır, uzmanlık meselesi. Fekat sanatsal açıdan Müslümanların en önemli avantajı olan ‘göstermeden anlatabilme’ fırsatının kaçırılması bağlamında Mecidi’nin tuzağa düştüğünü söyleyebiliriz. Çağrı’da hiçbir şekilde görmediğimiz, sadece asasıyla bildiğimiz ve nadiren de öznel kamera ile fark ettiğimiz Peygamberimizin (s.a.v.) herhangi bir şekilde resmedilmesinin sanatsal getiri yok, olamaz. Mecidi gibi bir sinemacının sanat yolculuğuna da bir şey katmaz. Aksine eksiltir.
Diğer taraftan…
Mecidi’nin “Hz. Muhammed” (s.a.v.) filmi büyük oranda -rivayet olunan- mucizeler üzerine bina edilmiş. Burası da uzmanlık konusu… Şahsen, bahsedilen mucizelerin çoğunun gerçek olmadığı kanaatindeyim. Fekat meselemiz benim fikrim değil. Peygamberimizi (s.a.v.), mucizelere boğulu bir hikaye örgüsüyle anlatmak, O’nun bizim için, bizden biri olduğu hakikatini zedeler. Daha doğrusu, buna dair insanoğlu üzerindeki kanaati akamete uğratır. Sadece Müslümanlar demedim, evet. Zira film zaten Hıristiyan ve Yahudilere de hitap ediyor. Peygamberimizin (s.a.v.) alametlerini fark eden dönemin Hıristiyan ve Yahudi din adamlarının O’nu kabul ettiğini vurguluyor. Yani onlar açısından da bakmaya çalışmış film.
Sanırım “Hz. Muhammed” (s.a.v.) filminin en temel sıkıntısı, herkesin bakış açısıyla konuyu ele almaya çalışmak. Şii olan Mecidi Sünnileri de kırmadan senaryo etmeye çabalamış. Hıristiyan ve Yahudileri olaya dahil ederek evrensel barış ve konjonktürel olarak ılımlı mesaj vermeye çalışmış. Ve bu denli geniş bir yelpazenin böylesi riskli bir hususunda Mecidi, aldığı riskin akametine uğramış.
“Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” filmi ister istemez Çağrı ile kıyaslanacak. Zira izlerken içime doğan ilk hislerden biri de bu oldu. Çağrı’nın ne denli sahici olduğunu fark ettim. Ve bunu nasıl başarabildiğini de Mecidi sayesinde idrak edebildik. Çağrı, mucize gibi meselelere hiç girmeden ve buna gerek duymadan Peygamberimizi (s.a.v.) ve peygamberliğini anlattı. Mecidi ise Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberlik dönemini anlatmadığından, mucizeler olmadan O’nu anlatamayacağını düşünmüş. Elbette Şia inancının etkisi de var. Ebu Talip’in Müslüman olmadığını biliriz. Fekat filmde kendisi davetçi. Yani inanmış. Hz. Ali’nin (r.a.) babası olmasının bunda etkisi olduğu aşikar.
Bunların hepsi anlaşılabilir. Sünni biri yapınca da filmi ona göre yapar. Lakin benim derdim, Mecidi sinemasına ve genel manada Peygamber algımıza halel getiren manzara…
Gönül isterdi ki, sık sık burnumun direğinin sızladığı (hadi itiraf edeyim ağladığım), teknik manada başarılı, Hollywood standartlarında bir Hz. Peygamber (s.a.v.) filmini, böylesi olumsuzluklar olmadan gönül rahatlığıyla anlatalım. Fekat gelin görün ki, coğrafya, inanç, bakış, imkan ve zamanın ruhu beklentimizi boşa çıkardı.
Evet, “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” filmi teknik manada gayet başarılı (kameranın şaryo hareketinde ve bazen de ‘jimmy jib’de meydana gelen tıklamaları bir kenara bırakırsak). Ama neyi, kime anlattığınız kadar nasıl anlattığınız da çok önemli. ‘Nasıl’ sorusunun en güzel arayıcılarından olan Mecidi, bu arayışına yara açmış durumda. Hz. Peygamberin (s.a.v.) anlatılması hususundaki ‘nasıl’ sorusunun cevabı bakımından da Mecidi bizi hayal kırıklığına uğrattı.