İyi bir Türkçe için, imlâ kurallarına uygun yazmak veya konuşmak yeterli midir?
Sıradan bir insan için çok bile.
Peki, bir yazar için yeterli midir?
Yeterlidir diyorsanız, bu yazıyı mutlaka okumanız gerekiyor.
Yetmez diyorsanız da okuyun ziyanınız olmaz.
Bir dilci olmamakla birlikte, dil üzerine düşünmekten hoşlanıyorum.
Keşke mümkün olsa da, daha etraflıca ilgilenebilsem.
Dil üzerine düşünmek tamam da, yazmak bir cüret işi.
Bu işe cüret ediyor oluşum, dil bilgimin mükemmelliğinden naşi değil.
Yazarken, gerektiği kadar hassasiyet gösteremiyorum.
Çoğu zaman, yorgun bir zihinle, iki arada bir derede ve hengâme içinde yazıyorum yazılarımı.
Editörümden sıklıkla, yazılarıma mutlaka bir göz atmasını rica ediyorum.
Sağ olsun, minnettarım kendisine. Gereken hassasiyeti gösteriyor.
Dil hassasiyeti deyince akla sadece imlâ kurallarına uymak gelmemeli.
Yazılan bir metni değerlendirirken, anlatım bozukluğu ve imlâ hataları önemli ancak işin en basit tarafı.
Zaten bu değerlendirmeyi yapanlar (redaktörler, eğiticiler v.s.) bütün dikkatleriyle -mi, -ki, -de bağlaçları ve eklerine odaklanacak, kaba anlatım bozukluklarını kolayca fark edip, düzelterek vazifesini tamamlayacaktır.
Ve muhtemelen, Türk Dil Kurumu’nun evlere şenlik düzenlemeleri yüzünden, aklı karışacak, kendisi de hata yapacaktır.
İmlâ hataları, anlatım bozuklukları halledilebilir meseledir özetle.
Asıl halledilmesi gereken, konuşurken de, yazarken de, dili akışkan ve estetik bir şekilde kullanabilmek.
Lezzetli bir Türkçe için, doğru imlâdan fazlasına ihtiyaç var.
İyi okuyucular, ne demek istediğimi anlayacaklardır.
Bir kitapçıda, elime aldığım kitabın, ilk önce, ilk sayfasından bir kaç satır okuyorum. O bir kaç satır yazarın dili hakkında yeterli bilgiyi veriyor bana. Ya hemen aldığım rafa bırakıyor, yahut koltuğumun altına sıkıştırıp kasiyerin bulunduğu mevkiye yöneliyorum.
Meşhur bir romancının, bir romanını bulunduğu rafa bırakmama sebep olan satırlarla sürdüreyim yazımı.
“Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum. Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi?”
“Evet, bunun hayatımın en mutlu anı olduğunu anlayabilseydim, asla kaçırmazdım o mutluluğu.”
“Derin bir huzurla her yerimi saran o harika altın an belki birkaç saniye sürmüştü, ama mutluluk bana saatlerce, yıllarca gibi gelmişti.”
Birinci cümle: “Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum.” İmlâ hatası yok. Basit bir cümle. Peki insan, hayatının en mutlu anını ıskalar mı?
İkinci cümle: “Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi?” Bu cümlede yazar resmen çuvallamış. Birinci cümlesinde, olayın sonrasında o anın, hayatının en mutlu anı olduğundan emin.
Şöyle devam etmeliydi; “O mutluluğu koruyabilseydim, her şey belki de başka türlü gelişebilirdi.” Soru cümlesiyle bitiyor olması sakil olmakla birlikte, illa ki kullanılacaksa hiç olmasa “O mutluluğu koruyabilseydim, her şey başka türlü gelişebilir miydi?” olabilirdi.
“Her şey de (dahi)” gibi bir cümle kurulabilir mi? Her şey’e dahil olmayan şey hiçbir şey’dir. Dahi anlamındaki -de’nin kullanılması gereksiz ve yanlış.
Üçüncü cümle: “Evet, bunun hayatımın en mutlu anı olduğunu anlayabilseydim, asla kaçırmazdım o mutluluğu.”
Buyurun cenaze namazına, an, kaçırılan mutluluk. Andır geçer. İnsan bir an bile mutlu olsa zaten yakalamış sayılır o mutluluğu. İlk cümlesinde yaşadığı anın hayatının en mutlu anı olduğunu bilemediğini ifade ediyor, ikincisinde pekiştiriyor ve sorguluyor. Üçüncü cümlesinde o her nasıl bir ansa anlayamama ile cılkını çıkarıyor.
Ayrıca, işaret zamiri olarak kullanılan “bu”, “bunun” yakın ve görülebilir hallerde, “O” işaret zamiri görülmeyen ve uzaklık ifade eden hallerde kullanılır.
Dördüncü satırda da bilememek, anlayamamak sonrasında hissettiği esef ve nedamet duygularının fos çıktığını anlıyoruz.
Dördüncü cümle: “Derin bir huzurla her yerimi saran o harika altın an belki birkaç saniye sürmüştü, ama mutluluk bana saatlerce, yıllarca gibi gelmişti.”
Bilemediği ve anlayamadığı hayatının o en mutlu anının, yazarımızın her yerini derin bir huzurla sardığını, öyle ki mutluluğunun saatlerce ve yıllarca gibi geldiğini anlıyoruz.
Biz bunu anlıyoruz da, romancımız ne anladığının ve ne bildiğinin farkında değil yazdıklarına göre.
Muhtemelen birçoğunuz bu satırları okudu geçti ve belki sonrasında da, iyi bir roman diye etrafına tavsiyede bulundu.
Yazarının ve sizlerin affınıza sığınarak söyleyeyim ki, misâl olarak verdiğim satırlar yüzünden almadığım kitabın, kitaplığımda bulunmasının sebebi, topluca satın aldığım kitaplar arasından çıkmış olmasıdır.
Yine de iyi bir hikaye, her şeye rağmen, yani imlâ ve anlatım bozukluğuna rağmen bir romanı kötü bir roman, yazarını kötü bir romancı yapmayacağını söyleyerek bitireyim bu lüzumsuz yazımı.
Allah, her şeyi bilen, işiten ve görendir.
Not: Yazıma konu olan satırlar, Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi adlı kitabının girişinin ilk paragrafından alıntılanmıştır.