Mavi göğün rengidir, kirletilmez. Suçsuzluğu, saflığı, ahlaklı oluşu temsil eder. Mavi insanın en masum rengi, şairlerin de limanıdır.
Cahildim dünyanın rengine kandım / Hayale aldandım boşuna yandım / Seni ilelebet benim sandım / ölürüm sevdiğim zehirim sensin / Evvelim sen oldun ahirim sensin.’’ Bir Neşet Ertaş türküsünde ev buldu kendine yıllarca masum aşklar. Biz acının coğrafyasında maviye yani en saf halimize tutunduk hep. Şimdiki yaşamamız kaos. Teknolojiyi yanlış kullandık. Sanal dostluklar, aşklar kalbe şifa olmadı. İçimizdeki sevgisizlik daha da büyüdü. Hırçın ve öfkeli yüzlere döndük. Aynalar bizi, bize getirmeli…
“Her şeyden çok aşırı etkileniyor kalbiniz; bu yüzden de hep mutsuz bir insan oluyorsunuz.’’ diyor Dostoyevski ‘İnsancıklar’ kitabında ve ilave ediyor: “Kaygı, telaş yaşayan insanlar, gökteki kuşların kaygısız ve o masum mutluluğunu kıskanmalıyız.’’ Kalp, iyi niyet safında yer aldığında, dışarının çelişkisi yok olur.
Hata ile tanışıp, dertlerle ile sınandıktan sonra insan, masumiyetin dünyaya hâkim oluşuna şahit olur. Âdem’in masumiyetinden, o aşktan türedi insanlık ve o saflığa da geri dönecektir.
Her insan için dünya bir yol, hedef de masumiyettir. Rahatlık adını verdiğimiz üflenti; kibir, gurur gibi aşağılık hislerle insanı adilik bataklığına saplar. Beton duvarlar, deri koltuklar, markalı kıyafetler, son model araba ve telefonlar! Bu materyaller adeta yüzün derisini değiştirmeye programlanmış aktörlerdir. Şekilden şekle girenler, konfor hastalığı yüzünden yalan söyleyerek masumiyete ihanet eder. “Fikir sahibi olmaya, mal sahibi olmaktan ziyade lüzum göreceğimiz gün, hakiki zenginliğin sırrını bulacağız.” diyor Peyami Safa.
Fikirsizlik, köleliktir. Ruhunu satanlar, hazırcılığa tapar. Okumak, araştırmak yerine babadan kalacak miras derdine düşmek daha mı zekice bir hayat tarzı. Ve kardeşi kardeşe düşman eden mal- mülk yerin dibine batmalı. Ya madde bağımlılığı uğruna sokaklara kurulan tuzaklar, kirli kazançlara alet edilen o masum çocuklar! En acısı da emekli yaşlı annelerin, maaş kartlarını alarak alkol tüketengençler. İlaçlarını alamadıkları için, hastalığı ilerleyen büyüklerimizin içler acısı hali. “Hırs ve tamahın başladığı yerde saf duygular sona erer.” diyor Balzac. Evet o saflık hepimizin gerçek yüzü. Gerçeğimizi terk ettiğimizde bizden geriye ne kalabilir ki! Biz şuursuzca insani yanlarımızı tüketiyoruz. Akbabalar da bize şekil veriyor. Karşı koyamıyoruz hiçbir şeye. Ruhumuz öyle çok kirli ki, geleceğin piyonları olmaya aday varlığımızla gurur duymalı mıyız?
Zevk için yaşamak neyi çağrıştırıyor? Mesuliyetsizliği mi? Hedefsizliği mi? İlkellik hiçbir ideal taşımamaktır. Yemek evlilik programlarının başına oturup, zamanı boşa geçirmekle kalmayıp oradaki hayatı yaşantımıza taşıdık. Zengin olma hayalleri ile ailesini terk eden kadınlar çoğalmakta. Kitaplara hâkimolanlarda kendi başlarının amiri oldu. Hem tarihi hem ulemayı hem de devrini eleştirme modasında garipçe bir ahlak türedi. Gelecek, geçmiş ile köklenmeli!
Büyüklere hürmet kalktığında edep-hayâ da kalkar. Zavallılaşma nedir biliyor musunuz? İnsanın kendini kötülüğe teslim etmesi. Süfli olması. Masumluğuna savaş açanların dili rahat eder, yüreği değil! Dil oyunlarından bıktı insanlık. Gerçekçilik istiyor. Herkes kendi ideolojisi ile güzellik serptiğini sanıyor. Ama ahlak ayaklar altında. İzmlerin uyuşturduğu kafalar, tarihinden kopar, soyluluğu terk eder. Seküler dünya diye oluşturulan yaşam dili özgürlükçü ol diyor. Herkes istediği hayatı yaşayacak, kınama olmayacak. Uç yaşantıya saygı denilmekte. Bu parantezi Mehmet Akif “Asım’ın nesli… Diyordun ya… Nesilmiş gerçek: / İşte çiğnetmedi namusunu. Çiğnetmeyecek.” sözleri ile yıllar önce mühürledi. Din adaletli yaşansın, tarih susmasın diye bu memleketin her bir karışında şehit kanı var. Biz bu masum mirasa yanlışı kutsayarak mı sahip çıkacağız.
Kötü ahlak, adaletsizliğe davetiye. Hırs, haksız kazanç karşısında hak iddia edemeyen haklılar çoğalmakta. Ruhinceliğini yitirildiğinde, kabalık çığır aşar. Yanlış, Müslümanın zindanıdır.
Üç kuruşa çalışan gariban ezildiği horlandığı halde eve helalinden ekmek getirirken umutlu ve huzurlu. Masumu ezen iş adamının her şeyi var! Ama evde huzuru yok.
İnsanın kendine yaptığı en şiddetli eziyet, kalp huzuru olmadan nefes alması! Vesvese artınca kendini zaptedemeyen insan özünden koparak; şımarık, bozguncu ve nifakçı bir hale bürünür. Kötü ahlakı durdurmak için değil, beslemek için çaba gösterir.
Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Hüseyin Atlansoy: “Kaldırmaz benim yüreğim senin en Meryem sesinden/ Göklere çarmıhsız yükselen kelimeni/ çünkü seni ben / En mahrem yerinden öptüm yani kalbinden. / Terk ediyorum alıyorum kendimi yeryüzünden.” Masumiyete emanetsiniz…