İslam dünyasının son iki asırda yaşayageldiği sorunlarla başa çıkabilmesi için İslam toplumunun yenilenmesi gerektiğini, bunun için de köklü bir değişime ihtiyaç duyulduğunu çeşitli eserlerinde derinlemesine işleyen Mâlik Bin Nebî,
İslam dininin ahlaki zeminini ve içtimai boyutunu hakkıyla kavrandıklarında Müslümanların örnek bir medeniyet inşa edebileceklerini gerekçeleriyle birlikte izah etmektedir.
Çoğu Müslüman mütefekkirden farklı olarak Mâlik Bin Nebî, sorunlarımızın temelinde yatan ana problemin ‘zihinlerin sömürgeleşmesi’ olduğunu derinden idrak etmiş, Müslümanları ahlâki ve psikolojik bir çözülmeye iten ve İslam âleminin gerilemesine neden olan bu sömürgeleşme probleminin dışarıdan değil, içeriden kaynaklandığını uzun uzun açıklamıştır. Nitekim insanlar, birey ya da toplum olarak ancak ve ancak ‘sömürülmeye elverişli’ olduklarında sömürgeleştirilirler. Altmış sekiz yıllık ömrünün yirmi altı yılını Fransa’da geçiren ve sömürgecilerin iç yüzünü bütün çıplaklığıyla görüp onları yakından tanıyan Bin Nebî, Müslümanların da sömürülmeye ne denli yatkın hale geldiklerini uzun süreli gözlemleriyle tespit etmiştir. Hem sömürgeciyi hem de sömürgeyi iç gözlem tekniğiyle yakından tanıyan Bin Nebî, sömürülebilirliğin sorunların zeminini oluşturduğu tespitiyle İslam dünyasına hayati öneme sahip bir fikrî katkı yapmıştır.
Sömürülmeye elverişli hale gelmenin ve nihayetinde sömürgeleşmenin temel sebebinin de “ölü fikirler” olduğunu tespit eden büyük mütefekkir Mâlik Bin Nebî’nin düşüncesinde sömürülebilirlik olgusunu, bu konuyu başarıyla kaleme alan, halen Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Felsefesi ve Din Bilimleri bölümü hocası olarak görev yapan Yrd. Doç. Dr. Tamer Yıldırım’ın Milel ve Nihal dergisinde yayımlanan akademik makalesinden özetle iktibas etmeyi daha yararlı buluyorum.
SÖMÜRGECİLİĞİN ÇEŞİTLERİNİ AYIRT EDEBİLMEK
“Fiili sömürgecilik görünür ve mücadele şekli belli olduğundan ortadan kaldırılması kolaydır. Fakat fikrî sömürgeleşmenin aşılması çok kolay olmayacaktır. Çünkü bu, iki şekilde mücadeleyi beraberinde getirmektedir: Birincisi sömürge güçleriyle, ikincisi sömürgeleştirilen yerli zihinlerle… Bin Nebî siyasi açıdan sömürgeciliği hayata doğrudan müdahale etmeyen liberal sömürgecilik ve hayatın en küçük teferruatına karışmaya kadar varan totaliter sömürgecilik olmak üzere ikiye ayırır (1986:108-109). Fakat sömürgeciliğin her iki kısmının da sömürgenin yeniden kendine gelememesi için, onun her türlü iffet, asalet ve faziletiyle mücadele edeceğini belirtir (1986:110-113).
Sömürgeciliği Avrupa Uygarlığının Avrupa sınırlarının ötesine taşınması (1991:45–46) olarak değerlendiren Bin Nebî, sömürgeciliğin tarihini Avrupa için Amerika’nın keşfiyle başlatır. Bu anlamda sömürü kültürüne sahip olanlar, kendi menfaatlerine uyması için sadece toplumları değil, insanlık tarihini de parçalamış ve bölmüşlerdir. Onu bir bütün olarak ele almaktan kaçınmışlardır. Hattâ, tarihsel olarak İslam’ın hâkim olduğu yerlerde İslam Medeniyeti yokmuş gibi davranmışlardır. Meselenin köklerine inince şu görülmektedir ki, Amerika’nın keşfiyle başlayan bugünkü Batı medeniyeti, yine bir sömürgeci medeniyet olan Roma’nın sömürgecilik ananelerinin yeniden diriltilmiş hali gibidir. Sömürgecilik bundan dolayı tarihi akış içinde geriye doğru bir gidişi ifade etmektedir. Genel olarak bakıldığında sömürgecilik, tarihin kaydettiği en büyük tahribattır. Zira sömürgecilik politikası deyince sömürgeciler bundan kargaşa, karıştırma, ihtilaf vasıtalarını kullanma manasını çıkarmaktadır ki sömürgenin sömürülme ömrü uzatılabilsin.
Sömürgecilik konusunda Bin Nebî’nin yaptığı bir ayrım daha vardır ki bu da; kendisinin icadı olan sömürgeciliğin içsel olarak kabullenilmesi yani ‘içsel sömürgecilik’ (colonisabilité, el-kâbiliye li’listi’mâr, sömürülebilirlik) ile ‘dışsal sömürgecilik’tir.” (Yıldırım, 2011:35-36).
PSİKO-SOSYAL AÇIDAN SÖMÜRGELEŞMEYE HAZIR OLMAKTAN KURTULABİLMEK
“Bin Nebî’ye göre tarihi süreçte sömürülmeye müsait olma keyfiyeti sömürülme hadisesinden önce meydana çıkmaktadır. Sömürgeci, bir bölgeyi yükseltmek için değil bilakis felce uğratmak için gelir. Fakat hiçbir sömürgenin ilelebet sürdüğü görülmemiştir. Sömürgecilikten kurtulmak için önce bu neticeyi doğuran sömürülmeye müsait olma sebebinden kurtulmak gerekir (1986:90-93).
Sömürgecilik olgusunu salt siyasal boyutuyla değil uygarlık boyutuyla ele alan Bin Nebî, dramın iki yönünün de görülmesi gerektiğine işaret etmiştir: Sömürülebilirlik ve sömürgecilik. Ona göre sömürülebilirlik, sömürge sonrası dönemde oluşan kültürel tahakkümü ifade etmektedir. Sömürgeci hayatın her safhasında sömürge ruhuna uygun bir gevşeklik empoze etmiştir. Sömürge idaresi insanları hangi noktada görmek istemişse orada durmalarını sağlamıştır.
Bin Nebî’ye göre İslam dünyasının hareketlerini frenleyen, tekâmülünü etkisiz hale getiren, neticede kargaşa, zaaf ve karışıklık eken sebeplerin, iç faktörler olduğu ve bunların da sömürgeleştirilmeye müsait olma keyfiyetinden kaynaklandığı görülmüştür (1986:94-95). Sömürgeciliğin başlangıcında böyle olmasa da tarihsel süreç daha sonra sömürgeciliğe dönüşen ve sömürgeciliği üreten ‘sömürülebilirlik’ ile devam etmiştir. Gelinen nokta, bir anlamda sömürgecilik dış faktörüne bir de iç faktörün ilave olması durumudur ki, bu bizzat içerden gelip insanları sömürgeleşmeye mahkûm eden aşağılayıcı bir faktördür. Dolayısıyla kişi içerdeki aşağılayıcı iç faktörden kurtulduğu zaman dış faktörden de kurtulmuş olacaktır. Bu gerçekleşmeden tam anlamıyla özgürleşmekten/bağımsızlıktan söz etmek mümkün olmayacaktır. Yani sömürülmekten kurtulmak için gereken esas mesele sömürülebilir olmaktan kurtulmaktır (1986:107). Bu düşünce aynı zamanda insanları asırların birikmiş ataletinden arındırarak değiştirmeyi de içermektedir.” (Yıldırım, 2011:37-38).
AŞAĞILIK KOMPLEKSİNİ VE İFTİHAR DUYMA İÇGÜDÜSÜNÜ YENEBİLMEK
“Toplumsal değişimin gerçekleşmesi için önce zihinlerde özgürlüğün oluşması gerekir. Çünkü insanların zihni sömürgeleştirilmeye müsait iken olacak olan şey iki şekilde tezahür edecektir:
İlkin sömürgecilerin bizi bizden daha iyi bileceği düşüncesinden dolayı bireyin aşağılık kompleksine kapılıp etkinliğinin en aşağıya düşmesi durumudur (Bin Nebî, 1971:79). Bugün bu durum öyle bir hale gelmiştir ki Müslümanlar kültürlerinin maddi ve manevi unsurlarını hattâ lezzet ve ihtiyaçlarını bile başkalarından almaktadır ve böyle olunca (sömürgecilerin) daha değerli olduğu düşünülmektedir. İkinci olarak bunun tersine Batı’nın kültürel egemenliği sonucu oluşan eksiklik kompleksini bastırmanın bir aracı olarak kendisiyle övünme ve iftihar duyma içgüdüsüne yapışmasıdır. Bu ikinci durum öncelikle fikir ve vicdanı gerçek zorlukların farkına varmaktan alıkoyan bir teselli aracı olarak, uyuşturucu işlevi göreceğinden (Bin Nebî, 1970:23) zihinsel olarak etkinliğin olmaması veya oluşamaması gibi bir duruma sebep olabilir. Dolayısıyla belirtilen her iki husus da Müslümanların durumunu düzeltmede olumsuz bir role sahip olacaktır. Şu sebeple ki, Bin Nebî’ye göre İslam toplumu bugün medenileşme öncesi aşamasındadır. Bunun için harekete geçmeye çalışmakta, ama zorlanmaktadır. Yani Müslümanlar uygarlık yoksunudur ve uygarlaştırıcı bir eylemi gerçekleştirmeye muktedir görünmemektedir (Bin Nebî, 1979:27-28).”
FİKİR DARLIĞINDAN VE DAĞINIKLIKTAN KURTULUP GAYRETLERİ BİRLEŞTİREBİLMEK
Bin Nebî, İslam toplumunun bu zorluklarının iki değişik tarzda ele alınabileceğini belirtir:
Sömürgeci tezi tutanlara göre, kalkınma hamlesinin gecikmesinin faktörü İslam’dır. 2. Milliyetçi tezi savunanlara göre ise suçlu sömürgeciliktir. Bunların her ikisinin kökeninde çok kuşkulu temel bir kusur bulunmaktadır:
Birinciler her şeyi İslam’ın sırtına yükleyerek sömürgeciliğin İslam dünyasının bugünkü kaosundan büyük ölçüde sorumlu olduğunu unutturmak isterler. İkinciler de her şeyi sömürgeciliğin sırtına yükleyerek, sorundan hiçbir şeyi gidermeyen, aksine sorunu artıran demagojilerini örtbas etmeye çalışırlar. Oysa Bin Nebî İslam Dünyasının çökmesinin İslam’a değil ümmetin tarihteki uygulamalarına atfedilmesi gerektiğine inanır ve Müslümanların geri kalmasının da maddi imkânların azlığından değil daha ziyade fikir darlığı ve gayretlerin dağınıklığından dolayı olduğunu belirtir.
SÖMÜRGECİLERE KARŞI EN İSABETLİ TAVRI BELİRLEYEBİLMEK
“Bin Nebî’ye göre Avrupalılar İslam dünyasını medenileştirmeye değil sömürgeleştirmeye gelmiş ve İslam dünyası ile münasebetlerinde Hıristiyan ruhu her şeyden çok bir sömürgeci ruhu şeklinde tezahür etmiştir. Avrupa kültürü bir medeniyet eseri değil Avrupa emperyalizmi ve hâkim ırk anlayışının şekil değiştirmiş hali olmuş ve kendi dışındaki insanlığı bir yükselme basamağı olarak görmüştü… Sonuçta sömürgecilik İslam dünyasında iki hareket meydana getirmiştir: İslami şuura bağlı reformcu hareket ve kaynağı Avrupa olan yeni bir sosyal çığırdan mülhem modernist hareket. Her iki hareket de tam teessüs edememiştir. Zira her ikisi de ana kaynaklarına ulaşamamıştır. Şöyle ki reformcular İslam düşüncesinin köklerine inememiş, modernistler de Batı düşüncesinin temellerine ulaşamamıştır (Bin Nebî, 1986:63-73).
Bin Nebî’ye göre Müslümanların ataletlerini ifade etme biçimi olan düşünce şekillerini üç maddede özetleyebiliriz:
‘Biz bir şey yapamayız çünkü cahiliz.’ Bu, sömürgecilikten doğmuş olan bir vakıadır ve bu cahillik sadece okullarla değil farklı alanlardaki insanların ortak çabasıyla aşılabilir.‘Biz bir şey başaramayız çünkü fakiriz.’ Bu hususta sorun paranın azlığı değil sermayenin sevk ve idaresidir.‘Biz böyle bir işe kalkışamayız çünkü başımızda sömürge idaresi var.’
Yukarıdaki ilk iki sorun içeriden sömürülmeye müsait ruh halinden neşet etmektedir (1986:89). Belirtilen özellikler hasta bir ruh halinin göstergesidir ve buna sahip olan bireyler içinde bulundukları durumdan da muzdariptirler. Bu zehirli düşüncelerin, kültürden veya daha doğru ifadesiyle İslam dünyasının her kurumundan (idari, ekonomik, toplumsal veya eğitsel) temizlenmesi gerekir. Yani sömürülenin sömürene karşı koyabilmesi için bazı vasıtalara ihtiyacı vardır ve her şeyden önce sömürülen bunları sömürenden beklememelidir (1986:94). Çünkü sömürgecilik, her türlü düşünceyi yıkan manevi ve iktisadi kalkınma ile alakalı her türlü entelektüel faaliyetin kökünü kazıyan dolayısıyla yerli kitlenin hayatındaki her türlü hamle imkânına mani olan bir özelliğe sahiptir.” (Yıldırım, 2011:39-45).
Müslümanlar nasıl ki Haçlı Seferlerinin ve Moğol İstilası’nın ardından büyük bir dirayetle İslam medeniyetini yeniden kurmuşlarsa, son iki asırda önce haricî, ardından dâhilî sömürge sistemini sağlam bir şekilde coğrafyamızda yerleştirmiş olan Batı’ya rağmen Müslümanlar insanlığı zulmün karanlığından kurtaracak yeni bir medeniyet hamlesini yapabilecek potansiyele sahiptir. Büyük mütefekkir Mâlik Bin Nebî’nin çözüm önerilerini gelecek hafta paylaşacağız…
Kaynakça
-Bin Nebî, Mâlik. (1970). İntâcu’l-Musteşrikîn ve Eseruhû fi’l-Fikri’l-İslamî el-Hadîs, Kâhire.
-Bin Nebî, Mâlik. (1971). Fikretu Commonwealth İslamî. Kâhire, Mektebetu Ammâr.
-Bin Nebî, Mâlik. (1979). Şurûtu’n-Nahda, Arapça’ya çev. Umar Kâmil Sekavî ve Abdussabûr Şâhin, Nedvetu Mâlik Bin Nebî ve Dâru’l-Fikr.
-Bin Nebî, Mâlik. (1986). Vichetu’l-Âlemi’l-İslamî. Arapça’ya çev. Abdussabûr Şâhin, 5. basım, Dımaşk: Dâru’l-Fikr.
-Bin Nebî. Mâlik. (1991). Teemmulât. 5. basım, Beyrut: Dâru’l-Fikri’l-Mu’âsır.
-Râşid Bin İsa ile Söyleşi: “Türkiye, Tarihi Görevini Yerine Getirmek İçin Geri Dönüyor”. Özgün Duruş, 10.05.2010.
-Yıldırım, Tamer. (2011). “Mâlik Bin Nebî’de Sömürülebilirlik Olgusu”. Milel ve Nihal, 8 (2), s.33-52.