Mahvolan nesillerimiz!

Abone Ol

Yazık oluyor nesillerimize…

Yavrularımıza, evlâtlarımıza ve tabii ki bizlere…

Ne oluyor İslâm Ümmetine?

Yüreklerimiz acıyla burkuluyor…

Hayır, hayır kan ağlıyor…

Bir tarafta ölümlerin en dehşetine uğrayan İslâm Ümmeti, diğer yanda varlığın canavarca tuzağına düşmüş bölümü. Onlar ağlarken gülen, eğlenen, nefsinin arzularına kanan ve şehvetin tuzaklarında boğulan bir tarafı…

Üniversiteler, liseler ve hatta daha aşağısı. Ne acı ki şehvet kokuyor… Allah’ın haram kıldığı yakınlık ve sonra birliktelik… Gûya arkadaşlık (!).

Uyuşturucu vesaire… İnternet ve benzerleri.  Onu hızlandırırken neyi hızlandırıyoruz acep? Kullanmasını bilmeyene verdiğiniz öldürücü bir şey ne çıkarır karşınıza?

Giyim, kuşam ve makyaj. Ev kıyafetini aşan sokak kıyafetleri. Aman Ya Rabbi!

Ana babasına hizmet etmeyip hizmet bekleyen bir nesil!

Allah’ın sevgili Rasûlü (sav) Efendimizin buyurdukları o gerçek; Kıyamet alametlerini soran Cebrail’e (as)

−“Cariyenin efendisini doğurması” buyurmuşlardı. (Müslim, Kitabü’l-İman 8)

“Sen ekmek veriyorsun da biz yiyoruz Ya Rabbi!” derlerdi eskilerimiz.

Sonuçta kaybolan nesiller ve mahvolan ümmet…

Okumak mı? Ne adına, kim için?

“Yaratan Rabbinin adıyla oku” (96 Alak Sûresi, âyet 1) buyuruyordu Yüce Yaratıcımız! Şimdi nesiller kim adına ne okuyor acaba?

Bilmek yetmiyor uygulamak gerekiyor…

Ahlâkî zafiyet günden güne kayboluyor. Üç nesli bir araya getirin, ne çıkacak acaba karşınıza? Görmediğimiz manzaraları görür olduk. Kime benziyor yaşantımız gün geçtikçe. Hani “Kim bir kavme benzemek isterse o, onlardan olur” (Ebû Dâvûd, libas 4). Hadis-i Şerifiyle uyarılıyorduk ya!

***

Evet, yazık oluyor bizlere. Kadın çalışacağım derken, çocuklar yok oluyor. Zaten doğmuyor. Yaşları ta kaça varıyor. Sonuçta nüfus yaşlanıyor. “ Çalışma” desen; “ne olacak onca okuduğum” diyor. Niye mecbur edildi ki acep?

Oturup düşünmeli ve gerçekleri konuşmalıyız. Gün gibi açık gerçekler var karşımızda. Kendimizi aldatmaya gerek yok. Ahlâkın bittiği noktada her kötülük var demektir. Onun için üzgünüz, kederliyiz ve acıyla doluyuz.

Ey gemi, nereye gidiyorsun böyle hışımla,

Var mıdır haberin batacaksın yakında!

Diye haykırasımız geliyor her bakışta!

Görmüyor musun dökülen gözyaşlarımda?

***

Hakikat inci gibidir. Onu toplamak gerekir. Ancak bu, her kişinin işi değildir. Er kişinin işidir.

Onu görmek marifettir. Marifet ise âriflerin işidir. Ârifler uzaktan görürler. Bizim göremediklerimizi görür ve söylerler. Onların sözü incidir, mercandır. Bakın marifet ehli insanlara, hep bu gerçekleri dile getirmişler. Dünya rağbetine kapılıp da yolda kalmamışlar. Çünkü uzun bir yolculuk var önümüzde. Hep onu hatırlatmışlar. Hani Âşık Veysel’in dediği gibi;

Uzun ince bir yoldayım,

Gidiyorum gündüz gece.

Bilmiyorum ne haldeyim,

Gidiyorum gündüz gece.

Hazret-i Mevlâna da şöyle diyordu:

“Dünle beraber gitti cancağızım,

Ne kadar söz varsa düne ait,

Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım!”

***

Diyeceğimiz çok şey var neslimize…

Diyeceğimiz çok şey var yavrularımıza…

Diyeceğimiz çok şey var insanımıza…

Diyeceğimiz çok şey var Ümmet-i Muhammed’e!

Öyleyse durmayın söyleyin yakınlarınıza, yavrularınıza ve ümmete…

-Bu gidiş nereye?

-Fe Eyne Tezhebûn!

“Nereye gidiyorsunuz?” (81Tekvîr Sûresi, âyet 26).

Yol nereyse son da odur. Gittiğimiz yol, gafletin yolu olmasın!

-Hani namaz?

-Yok!

Hani oruç?

-Yok!

-Hani tesettür?

-Yok!

-Var mı faiz?

-Var mı kredi?

-Var!

Öyleyse nereye yolculuk?

Düşünüyor musunuz?