“Mahremiyet ve ‘özel alan’dan teşhire doğru” (II)

Abone Ol

Kişiyi topluma karşı, diğer insanlara karşı ve kendine karşı korumak inanç, hukuk ve ortak aklın gereğidir. Mahremiyet/privacy/özel alanın korunması da bunun insan şahsiyetine (kişiliğine) yönelik önemli alanlarından birisidir.

Kişinin mahremiyet hissettiği alan, yani özel alanı kendisi dışında herkese kapalı tutmak istediği alanıdır. Bu noktada gerek klasik Türk-İslam anlayışına göre gerekse dünyanın bugünkü özel alan algılamasına göre “mahremiyet”in büyük ölçüde birbirine benzeşen yönleri bulunabilir. Bununla beraber, daha ileri inceliklere dikkat çekmek istiyorum.

Sanılanın aksine geleneksel anlayış, çağdaş sistemlerin yaklaşımına dair yüzyıllar öncesinden bir ufuk çizmiş durumda. Buradaki temel ayrılma noktası olarak düşünülen “özel alan” “kamusal alan” ayrımı, bir yönüyle “mahremiyet” konusunda çağdaş ve geleneksel arasındaki ortaklıkları ve farklılıkları meydana çıkartıyor.

Klasik anlayışta da var olan ve büyük bir kıskançlıkla/sakınmayla korunan kişinin evinden, odasına, bedenine ve iç dünyasına inen özel bir mahremiyet anlayışından bahsediyoruz. Ev ve aile üzerinden örnek verecek olursak: Eski bahçeli Türk-İslam evlerinin ayrılmaz modeli Asya’nın içlerinden Balkanlara kadar duvarlar veya sık ağaçlarla sarmaşıklarla bir set çekilmesidir. Bu, aile mahremiyetinin dışarıya karşı korunması amacıyla düşünülen özelliklerden bir tanesi idi. Böyle bir sakınma, insanın kendisini ve özel alanı olan ailesini, “yabancı” olarak gördüklerinden sakınmasının bir aracı idi.  Günümüzde evlerin “özel alanı”nın mahremiyeti, modern hayatla birlikte ve teknolojik gelişmeler sonrasında, perdeler veya bahçe duvarlarının koruyabileceği bir sınırın çok ötesine gerilemiş oldu. Avuç içlerine kadar küçülen telefon kameralarıyla, PC ve hatta TV kameralarının çalıştığı hiçbir ortam artık mahremiyet bakımından güvende değil.

Bugünkü mahremiyet/özel alan algısında bir kişinin, hatta aile üyelerinden birisinin oda kapısından girerken izin almak gerekir diye düşünülüyor. Pekiyi bu 20. yüzyılda da teorisi kurulan yeni bir düşünce ve incelik mi? Tabii ki hayır… Bu tür ince bir yaklaşım ve özel alan algılaması, İslam’ın açık bir emri olarak gelenekte zaten var olan teorisi ve süregelen pratiği ile yaşıyordu.  Örtülü olan kapıların en az iki-üç defa çalınması, fark ettirerek izin istenmesi ve kapının açılmaması halinde izin alınamadığı düşüncesiyle vazgeçilmesi, özel alanın ve mahremiyetin korunmasını gerektiriyor. Özel alanın/kişinin özelinin, yani mahremiyetin gerek Kitap (Nur Suresi, 24-27) gerekse de hadislerdeki yönlendirmeler yoluyla çağdaş anlayıştan yaklaşık 1400 yıl öncesinde düzenlendiği ve uygulandığı görülüyor.

Diğer bir nokta, Klasik Türk-İslam anlayışına göre kişinin annesine, babasına ve kardeşlerine yani yakın akrabalarına karşı bile kapalı kalan özel bir alanının bulunmasıdır. Kaba bir örnek vermek gerekirse, diğer kültürlerden açık bir farkla ailenin tamamı aynı anda bir banyoda birlikte duş alamazlar. Yani kişinin bedeni/teni, hem dışarıdakilere hem de belirli ölçüler içinde evin içindekilere “özel alan” olarak kapalı kalır.

Bunun gibi, kişinin kendi mahrem alanında, yani “özel”indeki sırları araştırıp ifşa etmek de gizli saklı olan özel alanlarını merakla araştırmak, Kitap’taki ifadesiyle “tecessüs” etmek açıkça yasaklanmıştır. (Hucurat Suresi, 12) Hadislerden de insanların günah ve ayıplarını ortaya çıkarmaya çalışmanın bir suç olarak görüldüğünü anlıyoruz. Allah’ın adlarından biri olan “Ayıpları örten” (Settar-ül Uyup) adıyla insanlara bir ahlak öğretilmiş ve ufuk çizilmiş oluyor.

Burada mahremiyetle ilgili diğer küçük ama önemli bir inceliğe daha dikkat çekmek istiyorum:  İnancımıza göre bir kimsenin tek başına işlediği bir suç veya hatanın, topluma zarar vermedikçe ifşa edilip topluma yayılıp teşhir edilmesi doğru görülmez. Çünkü hatalar yaygınlaştıkça insan zihni buna alışır, ikna olur ve zamanla normalleştirir. Bu sebeple, kişilerin özel alanlarında kalan kabahat ve kusurların, onların itibarlarını yok edecek şekilde teşhir edilmesi doğru bulunmamıştır.  Buna karşı iki mekanizma işletilir:

İnancımıza göre hata ve kusurun giderilmesi ve yaygınlaşmaması için “iyiliği emredip kötülükten sakındırmak” gibi herkese yüklenilen bir sosyal yükümlülük daha vardır. İkinci olarak bu hata ve kusurun, sosyal yapıya zarar vermesi halinde hukuk sistemi devreye girer. Bu yönüyle Çağdaş hukuk sistemlerinin geldiği nokta, Türk-İslam geleneğindeki uygulamaya zaman içinde yaklaşmıştır. Bu anlamda hem kalbin gösterdiğinin hem aklın yolunun “Bir” olması bakımından geleneksel ve çağdaş arasında ilginç kesişme dikkat çekiyor.

Özel alan ve mahremiyet konusunun aile içinde geliştirilmesi ve öğretilmesi şarttır.  Çünkü bu algı ve görgü, doğru şekilde ancak aileden gelen bir görgü ve terbiye ile yerleşebilir. Ailelerin, çocuklarını yabancılara karşı, geniş ailelerde ailenin diğer fertlerine karşı koruması ve hatta kendisine karşı bile korunmasını öğretmek, ailelerin öncelikli yükümlülüğüdür.

“Mahremiyet ve ‘özel alan’dan teşhire doğru” (I)