Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katıldığı törenle Manisa’da Zorlu Holding’in iki fabrikasının açılışı yapıldı. Memlekete 2,8 milyarlık yatırım demek bu; Allah (cc) bereket versin. İki fabrikadan en çok para harcanan ilk fabrikada başta elektrikli otomobillerin olmak kaydıyla batarya imalatı yapılacakmış. Şahane! Bu harika bir haber çünkü batarya bu zamanın dünyasının, petrolü demek, batarya bu zamanın şarjörü demek, batarya bu zamanda hayat demek… Savunma, eğitim, iletişim, sağlık yakında seyahat ve nakliye dahil her sahada batarya yani enerji her şeyin bağlandığı merkez. Bu durumda pil üreten ülke demek, kendi petrolünü çıkaran kendi elektriğini üreten ülke olmakla aynı şeydir. Bu açıdan bakınca da ‘Bizim batarya üretimine geçiyor olmamız ülkenin geleceği için hayati önemi olan bir hamle yapıyoruz’ demektir ki bu sebeple de Ahmet Nazif Zorlu’dan ve ön ayak olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan Allah (cc) razı olsun.
Şimdi bütün bu harika gelişmenin içindeki bir detaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Şarj edilebilir piller yani telefonlarımızda, bilgisayarlarımızda, insansız hava araçlarında, füzelerde ve elektrikli arabalarda kullanılan bataryaların teknolojilerinden biri nikel-kobalt teknolojisi. Yani Manisa’da temeli atılan fabrikada kobalt elementiyle yapacağız o pilleri. Hemen şunu ekleyim böyle bir fabrika dünyada çok az sayıda ülkede var.
Manisa’da bu batarya fabrikasında işlenecek tonlarca kobalt nerden gelecek biliyor musunuz? Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden. Adında “Demokratik” kelimesi olan her örgüt, her ülke gibi klasik bir diktatörlük ülkesidir Kongo. Aslında adı Zaire’dir ama Belçika sömürgesi olarak büyük çileler çektikten sonra Belçika Kongo’sundan gelme Kongo olmuştur adı. Belçika, Kongo’nun bir şehrinden bile küçüktür ama Kongo’da milyonlarca insanı öldürerek sömürmüştür. İşte dünyanın kobalt pazarının yüzde 58’i bu Kongo’dan çıkıyor. Birim fiyatı 12 dolardan 26 dolara çıkan kobaltın fiyatı giderek yükseliyor. Yükseldikçe kar artıyor, para büyüyor. Para büyüdükçe vahşi kapitalizmin barbarlığı artıyor. Çin, Rus, İngiliz ve Belçika şirketlerinin hücum ettiği Kongo madenlerinde küçük çocuklar bize bataryalarımız için kobalt çıkartırken ölüyorlar. Bu yazıyı bir telefondan okuyorsanız eğer telefonu tuttuğunuz elinizin parmaklarına değen arka kapağın altındaki bataryanın bir yerlerinde kobalt çıkartırken ölen ya da sakat kalan bir çocuğu izi vardır. Tamamı batılı şirketlerin olan madenlerde insanlar, günde bir dolara köle gibi çalışıyor. Özellikle de çocuklar.
Peki ne yapacağız, yani kurmayalım mı fabrikayı? Ne münasebet kuralım hatta inşallah dünyanın en büyüğü olsun, en iyisi olsun. Ama Türkiye olarak madem bunun fabrikasını kuracaksak adaletini de kuralım çünkü biz Türkiye’yiz. Buna itiraz etmek yakışır bize. Biz kendi çıkarları için sessiz kalan sömürgeci Avrupalılar gibi konformist eşkıya değiliz çünkü. Batı değiliz yani. Biz, “demokrasi, insan hakları, hukuk” gibi putlar yapıp acıkınca yiyenlerden değiliz. Bu da bizim derdimiz. Daha açık söyleyeyim bunun da sorumlusu Erdoğan’dır aslında. Çünkü başka kimse yok. Bu dert de Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın derdidir. Bu da onun halletmesi gereken bir problemdir. İşin için de Çin var, Rusya var, İngiltere var derken “bizim gücümüz yetmez Kongo’ya” diyebiliriz.
“Sizden herhangi biriniz bir kötülük gördüğünde onu eliyle değiştirsin. Eğer buna güç yetiremezse diliyle değiştirsin. Buna da güç yetiremezse kalbiyle (buğz etsin). Bu ise imanın en zayıf mertebesidir” Hadisi Şerif’ine göre bunu konuşup itiraz etmeye bile gücümüz yetmiyor mu? Biz buna dertlenelim, biz buna buğz edelim bunu konuşup sesimizi yükseltelim. Yani biz gayret edelim bakalım Allah (cc) bize ne netice takdir edecek.