Özellikle darbe girişimi sonrası televizyon ekranlarında, haber sitelerinde köşe yazılarında en çok duyduğumuz kavramlardan birisi de ‘liyakat’ oldu.
Birileri çıkıp liyakat da liyakat deyip duruyor -Evet liyakat çok önemlidir ve aynı zamanda da Rasulullah’ın(sav) tavsiyesidir- amma velakin liyakat tamının şartı olarak şöyle devam ediyor; hiçbir yere, hiçbir gruba üye olmasın ya da bağlılığı bulunmasın. Nasıl yani?
İnsanlar hiçbir sosyal faaliyet ve ictimai duruş sergilemesin, herkes fert olsun, fert fert yaşasın ve fert olarak ölsün öyle mi? Hiçbir toplumsal aktivite içesinde olmasın, içerisinde bulunmasın ama liyakatli olsun öyle mi?
Peki şu liyakat diye tarif ettiğiniz şeyin ne menem bir şey olduğunu daha somut bir şekilde bir ifade etseniz de işin hakikatini öğrensek. Ya da biz neyi yanlış biliyoruz onu görsek.
Bir sürü sorudan sonra akla iki temel soru geliyor;
1-Liyakatli olmanın kriteri nedir?
2-Toplumun bir araya gelerek (başka türlü olamayan ya da başka türü olmayan) yaptıkları çalışmaları nasıl yapabilecekler?
İlk önce liyakatli olmak ile ilgili bildiklerimizden dem vuralım. Malum bir konuda veya birçok konuda uzman olmak liyakati elde etmek anlamına gelmiyor. Uzman olunan tüm alanların sonunda işin “püf noktası”nı da çözmek gerekiyor. Püf noktası ise bilindiği üzere bildiğini bildirme yani aktarma yetisidir. Ne kadar bilirsen bil, ne kadar yeterli olursan ol karşındakine yeteri kadar aktaramıyorsan ya da yönetemiyorsan bir anlam ifade etmiyor. Mevlana’nın dediği gibi ‘bildiklerin karşındakinin anlayabildiği kadar’ formunun dışına çıkamıyor. Yani demem o ki liyakat dediğimiz şey sadece iş bilgisinden ibaret değildir, olmamalıdır. İçinde sosyal iletişim becerileri, idari kabiliyet, idari bilgi, ilm-i siyaset yoksa o zaman liyakatten bahsedilemez.
Liyakatin matematiksel bir ölçme değerlendirmesi mi var? Liyakat ölçerin ölçüm değerleri dünya standartları vs. altı üstü göstergeleri filan mı var?
Biz insanlar kavimler olarak yaratılmış ve kavimler olarak yaşamak üzere donatılmış varlıklarız. Dolayısıyla insanların bir araya geldiği her ortama saldırmak ne kadar liyakat gözetici bir tavır olabilecektir? Sonra sosyal faaliyetleri ortaya koyan bu bir araya gelmeler, grup olmalar insanların paranoyak bakış açısına teslim edilirse ne olur? Sosyal aktivitelerin sonu hayatımızda ne gibi eksiklikler oluşturur? Örneğin devlet sivil toplum kuruluşlarına neden ihtiyaç duyar? Oturup bir takım STK’lar ile neden pazarlıklar yapar? Buna ne gerek vardır?
Eğer bir insanın toplumun bir ferdi olarak yaşama ihtiyacı varsa, bir devletin himayesindeki insanları toplumsal faaliyetler/oluşumlar içerisinde görme ihtiyacı varsa demek ki insanların kendi fikrine/zikrine/anlayışına uygun bir toplumsal gruba dahil olmak ihtiyaçlığı da vardır. Bir öğretmen hiçbir toplumsal ortamda bulunmadan öğrencisine nasıl bir tecrübe aktarımı ve hayat dersi verebilir? Sonra onların yetiştirdiği bir doktor, mühendis, avukat, hakim…
Bu çerçeveden liyakat kelimesini yüzüne perde ederek oradan cemaatlere, cemiyetlere, vakıflara, derneklere bilumum STK’lara saldırmak onların inancına/zihniyetine saldırmaktan başka bir şey değildir. Sırf kendisini cemaat olarak adlandırmış bir terör oluşumu yüzünden İslami ve toplumsal hayatımızın altına ‘liyakat’ dinamiti konması ne kadar doğrudur? Liyakati doğru tarif edip bu tarife uygun hareket etmez isek geleceğimizi kaybetmişiz demektir…