“Düşmanlar içeriden iş birlikçi ya da hain bulamadığında nasıl başarısız olur?” sorusunun cevabıyla tanıştırayım istedim sizleri.
İngiliz istihbarat yüzbaşısı olan Lawrence, Basra’daki Arap milliyetçilerini Osmanlı ordusuna karşı kışkırtmak için Mısır’dan Basra’ya geldi.
Tabii buradaki ilk görüşmelerini yine kendisi gibi İngiliz istihbarat subayı olan Sir Percy Cox ve çok daha fazla üne sahip olan Gertrude Bell ile yaptı.
Ardından daha önce Osmanlı Meclisi’nde Basra Mebusluğu da yapmış olan ve oranın önde gelen isimlerinden Süleyman Fevzi ile görüştü.
Zira bütün bunların amacı Kut’ta sıkışmış kalmış olan İngiliz askerlerine yardımcı olmaktı.
İngiliz destek kuvvetlerinden çok daha etkili olacağı düşüncesiyle bu yol önerilmişti.
Lawrence gizli Arap milliyetçisi cemiyet olan el-Ahd ile görüştüğünde de önerilen isim Süleyman Fevzi idi.
Lawrence, daha sonra işe yarayacak ve Osmanlı Halifesi’nden sonra Müslüman Arap toplumları üzerinde oldukça etkili olan Mekke Şerifi’ne yaptıkları teklifi ilk ona yaptı: “Yeteneklerinize olan güvenimle bu işi sizin örgütlemenizi istiyorum ve bir halk ayaklanmasına yetecek kadar top ve altın sağlama sözü veriyorum.” diyordu.
Fakat Britanyalıların desteği ile Osmanlı’ya isyan etmek için hiçbir nedenleri ve güvenleri yoktu ve yaptıkları istişarelerden sonra bu teklifi reddettiler.
Tabii daha çok başardıklarıyla andığımız Lawrence de avuçlarını yalayarak Irak’tan ayrıldı.
Ve İngilizlerin Kut’ta sıkışıp kalan 13 bin askeri için yapacağı hiçbir şey kalmamıştı.
Son bir umut olarak Dicle Nehri üzerinden göndermeye çalıştıkları erzak gemisi de Osmanlı ordusunun nehre çektiği ağlara takılmıştı.
Sonra ne mi oldu?
İngilizleri derin bir hüzne boğan, başbakanları hakkında soruşturma açılmasına sebep olan ve binlerce esirin alındığı bir Kut’ül-Amare zaferi.
İsterseniz sonrasını da Iraklı bir Arap olan Müştak’tan okuyalım.
Aylar süren kuşatmadan aç ve bitkin çıkmış bir İngiliz çavuşuna; “Nasılsın?” diye sordu tırmandığı geminin güvertesinde.
Çavuş: “İyi, iyi” dedi.
“Peki, Türk ordusunu nasıl buldun?” diye sordu Müştak.
O da “İngilizler bom… bom daha güçlü, fakat ekmek yok.” diye karşılık verdi bildiği birkaç Arapça kelimeyle…
Yine Müştak Osmanlı’nın zaferi sebebiyle tüm Iraklıların kutlamalar yaptığını söylüyordu esirleri karşılarken…
Evet, birlik ve beraberliğin -ihtilaflar olsa da- Müslümanların aralarına İngiliz’i ya da ABD’liyi sokmadığında nelerin olabileceğini göstermesi bakımından bu hadisenin çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Hâlâ Şerif Hüseyin kafasında olanlara da lmpact lnternational dergisinde yer alan şu cümleyi hatırlatmak istiyorum; “Osmanlı Halifeliği’ne karşı ayaklandıkları günden bu yana, Arapların kendi kendilerini yıkma sendromu sona ermemiştir.”
Elbette Arapların kahir ekseriyeti birlikten yanadır.
Fakat idareleri elinde bulunduranların girdiği yörüngeler ve elde ettiği imkânlar, onların etkisini bertaraf ettiği için görüntüyü besleyen şey dağınıklık olmaktadır ne yazık ki.
İki milyonluk Gazze’nin nasıl direndiğinin cevabı da içeriden hain çıkmayışıyla ilgilidir bana göre.
Haini olmayan, iş birlikçisi olmayan iki milyon Müslüman’a bile güç yetiremeyen siyonizm-Batı ittifakı, iki milyar hainsiz Müslüman’a ne yapabilirdi/ne yapabilir ki?
Ham hayallerin, hırsların, ayrışmanın neye mal olduğunu şimdinin ihanetçilerine -İran’ın kurtuluşunu ABD ve İsrail iş birlikçiliğinde görenleri de katarak- hatırlatmak için de aşağıdaki alıntıyla bitiriyorum yazımı…
20 Mayıs 1985 tarihli The Guardian adlı İngiliz gazetesinde yayınlanan bir habere göre Lawrence’in mezarı üzerine şöyle bir yazı bırakılmıştı: “İhanete uğramış milyonlarca Arap adına” diye başlayan ve SM simgesini taşıyan yazıda şunlar belirtiliyordu:
“Biz Araplar için büyük düşleriniz (rüya) vardı ve biz de sizin ve yönetiminizin yardımlarıyla, yalnız Osmanlı’dan özgürlük kazanmakla kalmayıp aynı zamanda, 500 yıllık işgalden sonra, bir ulus olarak kendi hüviyet ve gururumuzu yeniden sağlayacağımızı umut etmiştik. Heyhat; Aurens, ölümünüzden 50 yıl sonra, bugün Arap dünyası savaşlarla, komplolarla ve bölünmelerle kaynıyor ve geleceğimiz karanlık görünüyor…”
Gazze soykırımının seneidevriyesinde tüm şehitlerimizi rahmetle yâd ediyorum. Birlik yoksa dirlik de yoktur inancıyla “Gücümüz birliktedir.” diyorum…