Latin Amerika’da Osmanlı izleri: El Turko-2

Abone Ol

Geldim: Gitmelere bekle diyerek.

Attım valize bir kaç kırgınlık,

Bir iki vefasızlık,

Bir kaç acı söz;

Benim hatırladıklarım.

Bir kaç iyi söz,

Senin unuttukların.

Geride kalan ne varsa

Boğazın sularına verdim.

Geldim: Korkma aç kapıyı,

Sende kalmaya değil,

Beni almaya geldim…

Halil Cibran

15 Temmuz 2013 Pazartesi

BUENOS ARİES-ARJANTİN

Buenos Aries’in orta yerinde kısmen tarihi bir bölgede otel ile pansiyon arası bir yerde konaklıyoruz. Evden bozma  mı yoksa öyle mi dizayn edilmiş bir tarihi yapı. Otel odasının tavanı bana köydeki evimizi hatırlattı. Tavan ahşap kirişlerle bölünmüş, araları ahşap bloklarla kapatılmış. Tavana bakarsanız tam köy havası tabana bakarsanız metropol havası. Tabanda cam aynalara yerleştirilmiş musluklarla altında silindirik lavabolar uçukluğun başka bir boyutu. Odada televizyon yerine sinevizyon cihazı ve perdesi var. Kendi kendime herhalde otelciler televizyoncu olduğumuzu anladılar böyle bir oda düzenlediler diye düşünüyorum. Ancak odanın düzeni geçici gibi durmuyor. Işıklandırmada garip lambalarla yapılmış.

Akşamın yorgunluğuyla sabahleyin biraz geç kalkıyoruz. Proje koordinatörümüz Aslı hanım bizi almaya geliyor ancak biraz geç kalıyor. Mesaj atıyor merak etmeyin yoldayım, geliyorum. İstanbul’dan alışık olduğumuz mazeret. Yoldayım demek trafik sıkışıklığı nedeniyle geç kalıyorum demek.  Ancak Aslı hanım gösteri nedeniyle geç kalıyorum diye mesaj atıyor. Biraz gecikmeli de olsa gelince merakla soruyoruz. “hayırdır ne gösterisi”. Bu günlerde gösteriler hızlandı. Ya dünyanın her yerinde vatandaşlar gösteri yapma hevesine kapılıyorlar ya da birileri yeni bir metotla yönetimleri terbiye etmeye çalışıyorlar. Fakat öğreniyoruz ki Arjantin’de gösteri kültürü çok yaygınmış. Bu da işçilerin protestosuymuş.

BUENOS ARİES SOKAKLARI: CEPLERE DİKKAT

Aslı hanım bazı caddelerin gerekçe bildirilmeden kapatıldığını o yüzden araba yerine yürümenin daha kolay olacağını söylüyor. Zaten yürümek bizimde işimize geliyor. Yürürken etrafı görme çekim yapma fırsatı yakalıyoruz. Ancak yürürken  elimizdeki çantalara, fotoğraf makinelerimize ve kamera malzemelerine dikkat etmemiz gerekiyor, diye uyarı alıyoruz. Hırsızlık olayının kapkaçın çok yaygın olduğunu öğreniyoruz. Bu uyarıyı her yerde duyduk. İlk duyduğunuzda acaba abartılıyor mu? Diye düşünüyor insan ancak farklı ağızlardan duyunca işin vahametini anlıyoruz.  O zamanda bir huzursuzluk ve moral bozukluğu oluyor. Yok çantana dikkat et, cebine dikkat et vs. Algıda seçicilik derler ya bende bu mesajları alınca caddelerde yürüyenlere o gözle bir kez daha baktım. Tabii kimsenin anlında hırsız yazmıyor. Dünyanın her yerinde hırsızlarda katillerde sizin benim gibi sıradan insanlar. Mevla hırsızlarla katilleri ayrı bir boyayla boyasaydı ne güzel olurdu. Ama imtihan dünyası her şey bir hikmetle yaratılmış. Genel manada insanlarda bir huzursuzluk ve gerginlik var. Çok mutlu gözükmüyorlar ya da bana öyle geliyor. Çok hazla negatif mesajla beslenince insanın bakışı değişebiliyor.

Doksanlı yıllarda İstanbul ‘da da benzer bir durum bu kadar yüksek dozda olmasa da vardı. Ama son zamanlarda kapkaç vakaları duymuyorum. Emniyet birimlerinin iyi çalışmasından mıdır yoksa cezaların caydırıcılığından mıdır bilemiyorum.  Gene son yıllarda gezici polis ekiplerinin çoğalmasının ve cadde ve sokaklara konan güvenlik kameralarının çok etkili olduğunu biliyorum. Belki bu tür çözümler işe yarayabilir.

Bu tür bilgileri değerlendirerek yürüyoruz. Ana caddeler kalabalık, insanlar biraz keyifsiz yürüyorlar,  gülen, şaklaşan yüzler görmüyorum. Halbuki, bize medya aracılığıyla anlatılan Arjantin coşkuyla eğlenen gamsız kedersiz insanlar diyarı idi, düne kadar. Ama bugün ben gerçeğin içindeyim ve Buenos Aries sokaklarında gördüğüm manzara hiçte bu istikamete değil. Caddeler sokaklar çokta bakımlı sayılmaz bir eskime durumu var. Bazı caddelerin yönetim tarafından trafiğe kapatıldığını söylediler. İşin ilginci sebep belirsiz. Ana meydanda daha doğrusu dikilitaşın bulunduğu meydanda büyük düzenleme çalışması var burada da tarihi ağaçlar varmış ve hemen hemen hepsi kesilmiş. Taksim gezi parkı eylemcilerine duyurulur. Eylemleriyle meşhur Arjantinliler bu konuda ne düşünüyorlar bilmiyorum. Hummalı bir çalışma yeni meydan düzenlemesi devam ediyor. Dikilitaşta bana biraz “çakma ” gibi geliyor hakikilerini  İstanbul, Paris’te görünce. Washington’daki sonradan yapılmasına rağmen daha büyük ve anlamlı duruyor.

Şehirde bir düzensizlik var ve ülkenin başkentinde durum böyle ise bir yönetim sorunu var demektir. Tabii yakın tarihi hiç bilmeden  ve sadece görüntüden yola çıkarak bunu söylüyorum.

Buenos Aries güzel havalar anlamına geliyor.  İstanbul yazın en sıcak günlerini yaşarken burada kış yaşanıyor. Biz kuzey Arjantin güney yarım kürede, yani bizde yaz yaşanırken güneyde mevsim kış. Hava çok soğuk değil gündüzleri 10-15 derece arasında, geceleri 5 derece sularında. Bu günlerde kuru bir hava var.

Güzel havalar şehrinde Arjantinliler iyi bir şehircilik örneği verememişler. 43 milyona yakın nüfusuyla verimli  topraklarıyla  ile dünyanın tarım ve hayvancılık  merkezi, dünyan sekizinci büyük ülkesi. Türkiye’de et sıkıntısı baş gösterince aklımıza Arjantin gelir. Sanıyorum birkaç yıl önce kurbanların bir kısmı Arjantin’den getirtildi.

16 Temmuz Salı 2013

BUENOS ARİES

Akşamdan yaptırdığımız rezervasyonla sabahleyin saat 10’a 10 kala şehir turu yapan otobüse bindik. Hava bugün biraz daha kendini hissettiriyor, hafif rüzgâr esiyor ve insanı üşütüyor. Otobüse giderken yolun üzerinde çekim yapan bir televizyon ekibiyle karşılaştık. Selam verip geçtik ancak arkamızdan elinde mikrofon koşan hanım sanıyorum muhabirdi. ‘’Burada ne yapıyorsunuz’’ diye sordu. Bizde Türkiye’den olduğumuzu ve El Turkolarla ilgili belgesel çektiğimizi söyledik. Şaşkınlığını yüz ifadesiyle verdi ve herhalde dalga geçtiğimizi sandı.

Otobüsün üst katına çıktık. Bizden önce epeyce turist binmiş kulaklıkları takmış şehrin hikâyesini dinliyorlar. Kamera  malzemesiyle girince herkesin ilgisi bizim üzerimize oldu. Zaten bu kamera bir sihirli güç bütün kapıları açıyor. Bütün dikkatler onun üzerinde. Otobüsün üstü açık ve esinti fazla.

Otobüs önce dar  sokaklardan ilerledi. Her taraf yıkık dökük. Ancak bazı  evler renga renk boyalı. Duyduğuma göre tersane işçileri maaş alamayınca onun karşılığı olarak boya alıyorlar evleri boyuyorlarmış.

Renklilik sadece evlerin boyasıyla sınırlı değil duvarlarda renkli tablolarla süslenmiş.  Birçok yerde slogan varı yazılar görüyoruz. Boca Stadyumunun yanından geçiyoruz; çok katlı apartman varı farklı departmanlardan oluşan tribünleriyle çok tuhaf bir yapı. Her an yıkılacakmış gibi duruyor. Stadyumun etrafında yoksul, her şeyin iç içe olduğu bir çevre var. Ara sıra eski ancak estetik ve zevki yansıtan tarihi binalarda görüyoruz. Ancak bunlar yanlarında bulunan gecekondular arasında kayboluyorlar. Bakımsızlıkları da ayrı bir durum; sanki bir zamanlar bu şehirde bir zarafet ve estetik rüzgârı esmiş, sonra bir fırtına gelmiş ve bütün bu güzellikleri bastırmış.

Gecekonduları bitirince  gökdelenlerin bulunduğu binaların arasına giriyoruz. Tepelerini görmek için kafamızı kaldırıyoruz ancak zorlanıyoruz, çok yüksek binalar. Hangisi Buenos Aries, Boca Stadyumu’nun etrafımı yoksa bu gökdelen tarlası mı? Sürprizler bitmedi sahil kenarında geniş bahçeler ve parklar, onun yanında geniş bulvarlar ve bitiminde apartmanlar. Burası da üçüncü Buenos Aries olsa gerek. Bu kadar tezat bir arada bu şehirde yaşıyor. Otobüsün kulaklığından binaların mimarları hakkında bilgi veriliyor. Yüksek bir müzik eşliğinde yapılan seslendirmeyi anlamak mümkün değil. Bu sesin üzerine bu yükseklikte müzik koyma düşüncesinin televizyoncularda hep var olduğunu biliyorum. Sanıyorum bunu kötü metinleri ve kötü seslendirmeleri anlaşılmasın diye yapıyorlar.

Bu üç  saatlik tur boyunca bol fotoğraf çekmeye çalıştım ancak çekilecek çok fazla bir şey olmadığını buradan hatırlatmak istiyorum. Ey İstanbul’dakiler şehrinizin kıymetini bilin. Şehirde yapılan güzel işlerinde. Şehirde dikkat çeken ağaçların çeşitliliği dikkatimi çekiyor; kökleriyle adeta buraların sahibi benim diyen okaliptüs ağaçlarıyla adını bilmediğim göbekli ağaçlar enteresan bir görüntü veriyor. İstanbul’dan bildik ağaçlar çınarlarda caddelerde arzı endam ediyor. Özellikle deniz kenarında geniş bulvarlar güzel parklarla modern yapılarla ayrı bir dünyanın varlığını görüyor ve hissediyorsunuz.

GÖÇMEN OTELİ

Otele döndüğümüzde saat 14’e geliyordu.  Arjantin büyük elçiliğimizin katkılarıyla alınan  randevu ile hemen göçmen idaresine gittik. Bizi kapıda  basın danışmanı güler yüzlü Hugo Maujan karşıladı.  Burası içişleri bakanlığına bağlı göçmen dairesi olarak hizmetini sürdürüyor.  Aynı işin tarihi mekânda devam etmesi belki de bir geleneği sürdürmek açısından da önemli. Girişte burada yapılan çalışmalara destek veren kuruluşların teşekkür beratlar bulunuyor.

1912 yılında yapılmış göçmen otelini müze yapmak üzere çalışmalar sürüyor. Arjantin’e gemi yoluyla gelenler bu otel isimli pansiyonda geçici bir süre kalıyorlar ondan sonra çalışacakları yerlere gönderiliyorlar.

Sonra yeni gruplar geliyor. Eylül ayında burayı müze olarak açacağız diyorlar ancak benim gördüğüm çalışmadan burasının iki ayda bitmesi imkânsız. Çekim yapmak üzere yatakhanelerin olduğu kata çıkıyoruz, büyük bir salonla karşılaşıyoruz. Buraya otel demişler ama yurt yakıştırması daha isabetli olur diye düşünüyorum. Bu büyük salon tam limana bakıyor. Burada bir an önce bir yerlere yerleşmek üzere bekleyenler kendilerinden sonra gelenlerin akıbetini takip etme imkânı buluyorlar.  Limanın girişinde eski bir gemi kalıntısı bir de fabrika bacası var soruyorum bu gemi göçmenleri getiren gemilerden birisinin mi kalıntısı ama net bir cevap alamıyorum. Fabrika bacası da burada zamanında bir tersanenin olduğunu gösteriyor.

Latin Amerika’da Osmanlı İzleri: El Turko-1