Kuzey Yarım Küre yaşlanırken biz neredeyiz?

Abone Ol

Dünya Bültenindeki yazılarımdan ilki nüfusun önemine dikkat çeken “Genç nüfus avantajı için hala çok geç değil” başlıklı yazımdı. Orada detaylı şekilde vurgulamaya çalıştığım; bugün, dünün nüfus kalabalığı dolayısıyla kendisine adeta acınan Çin ve Hindistan’ın artık bütün dünyaca dikkate alınmak zorunda olduğu gerçeğiydi. Yazıda da ifade ettiğim gibi “kaliteli, rekabetçi bir nüfusla ve yükselen bir nüfuz ile ilerleyen bir Türkiye” anlamlı olabilir. Aksi halde, standartları yükseltilmeyen nüfusun yerli ve yabancı ucuz işgücü açığını kapatmaktan başka işe yaramayacağını bilmek gerekir.

Bugün Rusya’dan Danimarka’ya, Almanya’dan Hollanda’ya kadar bütün Kuzey yarımküre artık istatistiklerde hızla yaşlanan ve nüfusları her yeni yılla birlikte düşen bir demografik yapı arz ediyor. Yapılarını güçlendirmek; dağılan aile yapısını yeniden kurmak üzere vatandaşlarına akla gelebilecek her türden teşviki sağlıyorlar.

Nüfustaki azalmanın; ülkelerin demografik ve etnik yapılarının değişmesi, işgücü problemleri ve ekonomik yetersizlikler gibi sonuçları vardır. Yapılan bütün bu teşvikler işgücünün yaşlanması, yaşlılara ödenen sosyal güvenlik maaş hesaplamalarıyla çalışan-emekli dengesi hesaplamalarının ötesinde anlamlar taşır.

Şimdi bu teşviklere bakacak olursak öncelikle bunların arasında nakdi teşviklerin ciddi bir yer tuttuğunu vurgulamak gerekir.

Mesela Rusya, dağılan aileyi toparlamak, yeni evlilikleri ve çocuk sayısını teşvik etmek için her çocuk için 9 bin dolar teşvik desteği ödüyor. Sürekli olarak Eski Sovyet cumhuriyetlerinde yaşayan Rus kökenlilerden göç almasına rağmen Rusya Federasyonunun nüfusundan son 25 yılda yaklaşık 10 milyon kişi eksildi. Yeni ailelerin kurulamaması veya tek çocuk ile yetinme Rus nüfusunu hızla eritirken nüfusu Rus olmayan bölgelerde nüfus artışı daha sağlıklı bir şekilde sürüyor. Ancak Rus devleti tehdit olarak algıladığı bu gelişmeyi en az hasarla atlatmak üzere siyasi, kültürel, sosyal ve ekonomik alanlarda farklı tedbirler almaya devam ediyor.

İspanyol Hükümeti ise çocuk başına doğum teşviki olarak 2500 Euro ödüyor. İngiltere ve Fransa, üniversite çağına gelene kadar ilk çocuk için her ay 320 Euro, 3 çocuğa ise 540 Euro miktarındaki bir teşviki ailelere düzenli olarak ödemektedir. Diğer Avrupa ülkelerine bakıldığında da az-çok/ yaklaşık benzeri teşviklerin uygulandığı görülür.

Gecikmiş/geciktirilmiş evlilikler, insanları tıbbi zorunluluklar dışında “tek çocuk” tercihine zorluyor. Hâlbuki hayatın bütün yükünü “tek çocuk” tek başına çekmek zorunda bırakılmamalı.

Kendisi de “Tek çocuk” olarak yetişmiş bir anne babanın “tek çocuğu”  olan bir çocuğun hayatı boyunca kardeşleriyle paylaşma ve dayanışmayı, amca dayı teyze ve hala gibi yakın akrabalarla teması tadamadığı bilinir. Çin’in yıllardır uyguladığı “tek çocuk” devlet politikasından geçen yıl vazgeçmesinin sebebi, bu çocukların kendisinin öncesinde ve sonrasında yalnız kalmalarının toplumun sosyalleşmesindeki olumsuz etkileri ve ekonomik sonuçlar ile ilgiliydi.

Evliliği geç zamanlara ötelemek, çocuklarla yeterince ilgilenememe problemini de doğurabiliyor. Her erkek ve kadının ontolojik olarak sahip olduğu aile ve “çocuk yetiştirme” duygusu, karşılanmadığında beklenmedik sosyal ve psikolojik sonuçlara yol açabiliyor. Diğer yandan, genç dönemlerde anne-babanın çocuklarına sarf edeceği enerji, spor, eğlence mutlaka diğerlerinden daha farklı olacaktır.

Ülkemize dönecek olursak ilk defa nüfus yaş ortalaması 2015 yılı itibariyle 30’un üstüne çıkan ve doğumların %50’sinden çoğunun sezaryenle yapıldığı bir Türkiye tablosu ortaya çıktı. Normal doğum, anneler için daha sağlıklı ve dünyaca tercih edilen bir yöntem iken, sezaryene tıbbi gereklilikler dışında başvurulmaması gerekirken dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen oranlarda bizde uygulanması hem trajik hem de şüphe uyandıracak derecede manidardır.

İlk kez doğum yapacak bayanların doğum ve sancı sürecini kısaltacak bu yöntemin kolaylığına ikna edilerek doğal olmayan cerrahi bir yöntemle anne karnından bebeğin çıkarılması, aynı zamanda gizli bir doğum kontrol metodudur. Çünkü doğal yollarla aileler istediği sayıda çocuk sahibi olabilirken ilk sezaryenden sonra ise ancak bir veya en fazla iki çocukları daha olmaktadır. Sonuç itibariyle sezaryen çoğu kez aileyi tek çocukla sınırlı kalmaya zorlayan bir yöntem olmakta.

Ülkemizde gelir seviyesi düşük ailelerde çocuk sayısı fazlayken gelir ve kültür seviyesi yüksek ailelerde çocuk sayısı farklı gerekçelerle maalesef daha az. Halbuki, kültür ve gelir arttıkça çocuk sayısının da artması daha sağlıklı bir yol olarak görülmelidir.

Türkiye’de de 1980’lerin yurtdışından dayatılan ve teşvik edilen “çekirdek aile” modelinden geç de olsa vazgeçilmesi ve “üç çocuk” politikasından başlayarak doğumun teşvik edilmesi önemli bir aşamadır/merhaledir. Türkiye’de son dönemlerde ailelerin çocuk sayısının arttırmalarını teşvik için yapılan; memur anne- babaya uzun süreli doğum izni, nakdi destek, çocuk bakımı için destek ve bebeğe büyükannesinin bakması durumunda aylık teşvik ödenmesi bu yolda kaydedilen belli bir ilerlemeye işaret etmektedir. Bu teşviklerin sonuca ne kadar etki edeceğini zamanla göreceğiz. Ancak bundan önce, ailelerin dağılmasının engellenmesi ve evliliklerin teşvik edilmesi daha da önemli hususlardır.

İyi yetişmiş, organize ve birbiriyle uyumlu kaliteli bir nüfusla geleceğe hazırlanmak gelecek planlamasında, vizyonun en hayati parçalarından birisi olarak görülmelidir. Gelecek, nüfuzunu böylesi bir nüfusa dayandıran ülkelerin olma yolundadır…