Kıbrıs meselesinin kökleri tarihsel bir derinliğe sahip olsa da, mesele günümüzdeki şeklini Soğuk Savaş Dönemi’nde aldı. Sorunun taraflarının konuyu ele alış yöntemi ve kullandıkları referans büyük ölçüde tarih olduğu için Kıbrıs meselesi zaman içerisinde kuşaklararası bir soruna dönüştü.
Tarafların soruna ilişkin karşılıklı bir şekilde ürettikleri mitler, rivayetler ve komplolar meselenin daha güvensiz bir ortama taşınmasına yol açtı. Neticede, her iki toplumun üyelerinin doğru ya da yanlış bir şekilde soruna vakıf olması sağlanarak meselenin kitlesel refleksi artırıldı. Bu biçimde süre giden siyasal ve sosyolojik tablo, yıllardır süren ama her defasında çözümsüzlükle sonuçlanan bir müzakere sürecinin kanıksanmasına neden oldu. Bu sebeple Kıbrıs meselesi, bir yönüyle herkesin sorundan haberdar olduğu ama kimsenin çözümden emin olamadığı bir sorun haline geldi.
Siyasetin şekillendirdiği sosyoloji ve psikoloji, meselenin toplumsal hafıza kısmını derinden etkileyerek yeniden biçimlendirdi. Böylece başlangıçta toplumdan ziyade liderleri ilgilendiren bir mesele, günümüze gelindiğinde liderler kadar toplumları da ilgilendiren bir çizgiye ulaştı.
Artık liderler kadar toplumların da uzlaşması, aşılması gereken önemli bir basamaktır. Annan Planı çerçevesinde 2004 yılında gerçekleştirilen referandum sonuçları bu durumu bir kez daha ispatladı. Yaşanan hayal kırıklığının birçok siyasi, sosyal ve ekonomik sebebi olmasına karşın, münferit söz ve olaylardan inşa edilen toplumsal yargının Rumlar’ın referandum tercihini belirdiğini iddia etmek mümkündür.
Çözüm girişimlerinin her defasında hüsranla sonuçlanması ve yine çözüm paketlerinde yer alan muğlâk ve yetersiz ifadeler, her iki topluma sahip olduklarını terk etme cesareti veremedi. Dolayısıyla olası bir çözüm teklifinde her iki toplumun sahip olduklarının tam ikamesini sunmak ve böylece “Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak” olasılığını ortadan kaldırmak önemli bir çıkış noktasıdır. Ancak bu kolayca gerçekleşebilecek bir durum değildir.
Meselenin ilk ortaya çıkışından bugüne eleştirinin merkezinde ötekinin bulunduğu bir sorunu, uluslararası hukuk ve diplomasi yoluyla çözmek, şimdilik, mümkün görünmemektedir. Kıbrıs açıklarında keşfedilen doğalgaz ve petrol kaynakları çözüm için hala en büyük fırsatı sunmaktadır.
Şöyle ki, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’na benzer bir modelle burada bir üst örgüt kurulabilir. Bu örgüt, enerji kaynaklarından elde ettiği zenginliği hakkaniyet çerçevesinde taraflara dağıtarak yeni bir ortak çıkar inşa edilmesine ve taraflar arasında işbirliği olanaklarının artırılmasına imkân sunabilir. Bilinmesi gereken en önemli husus kanaatimce şudur, Kıbrıs meselesinin iki çözüm yolu vardır: Savaş veya işbirliği. Bu iki seçeneğin dışında başka bir yol varsa o da mevcut durumun devamıdır.
Taraflar aralarındaki işbirliğini ancak konjonktürü referans alarak geliştirebilirler. Bunun haricinde, sadece tarihi olaylara veya uluslararası hukuka atıfta bulunmanın sorunu çözmeyeceğini artık biliyor olmamız gerekir. Enerji diplomasisi Kıbrıs’ı çözüme ulaştıracak yegâne yol olarak görünmektedir. O halde müzakere sürecine yeni enerji kaynakları bütün yönleriyle dahil edilmeli ve müzakerelerin ilk hedefi ekonomik entegrasyon olarak belirlenmelidir. Eğer konjonktürden bağımsız eski denklemlere dayalı klasik müzakere yöntemi devam ettirilecekse, sonucun başarısız olacağı şimdiden söylenebilir.