Dünyanın Orta Doğu’sunda büyük devletler, taşeron devletin terörist yöntemlerine göz yumarak ve her türlü askerî mühimmatla destekleyerek soykırımın sürdürülmesine seyirci kalıyor. Verdikleri mühimmatın tahribatından katledilemeyenler ve yaralananlar kurtulmasın diye uluslararası savaş hukuku çiğnenerek bölgeye gıda ve sağlık ihtiyaçlarının girmesinin engellenmesini de görmezden gelerek kötülüğün iştirakçisi olmaya devam ediyorlar. Terörün sınırlarımızdaki unsurlarını her türlü silah ve mühimmatla destekleyen ve taşeron teröristlerine kol kanat geren Batılı müttefiklerimiz(!), Ankara’nın ortasında gerçekleşen adi eylemi kınayarak; katilin katlettiği kişilerin cenazelerine katıldığı gibi görünerek devekuşu gösterisi yapıyor ve olup bitenleri görmediğimizi sanıyorlar. Oysa biz uzun zaman önce kralın başında taçla çıplak olduğunu öğrenmiştik. Merhum Sezai Karakoç bizi bu hususta uyarmıştı: “Onlar sanıyorlar ki biz sussak mesele kalmayacak. Hâlbuki biz sussak, tarih susmayacak. Tarih sussa, hakikat susmayacak. Onlar sanıyorlar ki bizden kurtulsalar mesele kalmayacak. Hâlbuki bizden kurtulsalar, vicdan azabından kurtulamayacaklar, vicdan azabından kurtulsalar, tarihin azabından kurtulamayacaklar. Tarihin azabından kurtulsalar, Allah'ın azabından kurtulamayacaklar.”
Bir asrı aşkın zaman diliminde coğrafyamızda zulüm kol geziyor. Batı’nın vahşi çocukları, ürettikleri ölüm mühimmatını coğrafyamız etrafında ve mazlum insanların yaşadığı coğrafyalarda test ederek kullandırdıkları bir bomba ile kaç bina yıkabildiklerini, kaç kadın ve çocuk öldürebildiklerini ve bıraktıkları ölüm makinesinin kaç metrelik bir krater oluşturduğunun istatistiki verilerini toplayıp yeni silah ve mühimmat üretmek için AR-GE yapıyorlar. Kurumsal kötülük, ekonomik getiriyi desteklediği ve ülkeyi beslediği sürece meşru kabul ediliyor. Oysa kötülük meşrulaştığında sınır tanımaz bir yapıya bürünür ve dolaşıma girer; çünkü kötülüğün masumiyet hırkası ve vicdan meşalesi yok: Çıplak ve karanlıktır.
BM, büyük savaş sonrası masum insanlar Hitler tipi muhterislerin zulmüne bir daha uğramasın ve dünyanın neresinde olursa olsun ve kimden gelirse gelsin “insan kötülük görmesin” diye kuruldu. Geçen zaman diliminde Batılı güçlerin bu koruma hakkını sadece lehlerinde olan durumlarda yürürlüğe koymayı tercih ettiklerine tanıklık ettik. Bir asırdır işgal edilen Filistin topraklarında, Afrika’da, Güney Amerika’da, Myanmar’da mazlumlara karşı işlenen suçlar ve alenen yapılan kötülükler görmezden geliniyor; hatta zalimler ve savaş suçu işleyenler korunuyor. Batı, itina ile işgalci, sömürgeci ve köleci zihniyetini atalarından tevarüs ettiği boyutta korumayı sürdürüyor.
İnsanları kötülüklerden, ekonomik çıkmazlardan, savaşlardan, eşitsizlik ve haksızlıklardan korumak üzere kurgulanan siyaset kurumları ve siyasetçiler; yozlaşarak, yalan söyleyerek, ikiyüzlülük yaparak, zulmü oluşturdukları algılarla görünmez kılarak ve insanlık meselelerine kayıtsız kalarak kötülük mekanizmasına dönüştürdüler. Dünyanın güçlü şer odakları, kötü ve kötülük konusunda kısa sürede mutabık kalabiliyorlar. İyilik ve iyiye ilişkin girişim ve mutabakat çabaları, neredeyse daima akim kalıyor veya işlevsizleştirmek için her türlü enstrüman ve malzeme kullanılıyor.
Hıristiyanlığı ‘Asli Günah’ doktrini üzerine temellendiren Pavlus, bugünkü kurumsal kötülüğün de mimarı oldu. Yahudiliği, İsa Peygamber’in beklenen Mesih olmadığı gerekçesiyle Yahudilerin onu katletmelerinden dolayı "Tanrı’yı öldüren kavim" olarak yaftalayan Romalı Hıristiyanlar ve ardılları, Avrupalılar antisemitik (Yahudi karşıtlığı) bir anlayışı benimsedi ve tarih boyunca Yahudileri de “kötü ve pis” bir millet olarak tarif etti. Modern zamanlarda siyonizm ve Evanjelizm, Avrupalı antisemitik doktrini bütün insanlığı suçlu ilan edecek bir propaganda aracına dönüştürerek insanlığı esir aldı ve kadim kötülüğünün bir aracı hâline getirdi. Antisemitik argüman üzerinden insanlığı topyekûn esir alan siyonizm; soykırımı, yerinden etmeyi, zorla göç ettirmeyi, dilediği yeri bombalamayı, kadın ve çocuk öldürmeyi, işkence etmeyi hatta BM karargâhlarını bombalamayı, BM kontrolündeki kampları içindeki BM personeliyle yok etmeyi kendine hak görüyor. Bu hastalıklı durum her geçen gün insanlığa karşı kurumsal kötülüğü görünmez kılıyor ve sıradanlaştırıyor. Unutulmamalıdır ki Müslümanlar, Budistler, Asya ve Orta Doğu halkları, tarihin hiçbir döneminde antisemitik bir nefretle Yahudilere düşman olmadılar. Larry Collians'ın "Kudüs Ey Kudüs" isimli eserindeki tespite göre Roma tarafından gerçekleştirilen büyük Yahudi sürgününden sonra (MS 70) Yahudi tarihinin ve "sürgünün tek altın çağı İspanya'da kurulan Endülüs Emevîleri dönemindeydi. Avrupa ülkelerinin çoğu onlara kapılarını kaparken Osmanlı Devleti her zaman kapılarını açmıştı. Hitler'in gaz odalarında korkunç doruğuna varan upuzun Yahudi kıyımı dizisi İslam dünyası tarafından değil, hep Avrupa'nın Hıristiyan ülkelerince sürdürülmüştü." Müslümanlar, Yahudileri zaman zaman gadre uğramış insanlar olarak korudular ve ayrıcalıklı iş imkânları için zemin hazırladılar. Bugün siyonist Yahudilerin yapıp ettikleri, halk arasındaki söyleyişle, acaba “kendilerine yapılan iyiliğin” intikamını mı alıyorlar?