Kovid-19 salgını, ülkeler veya sistemler arasında patlak vermiş bir savaş değildir. İnsanoğlu, derinliği ve ölçeği bakımından en etkili küresel kriz olmaya aday bir vakayla mücadele ediyor. Tüm dünyayı tesiri altına alan koronavirüs salgınının nasıl bir domino etkisi yapacağı sorusu, şu an için belirsizliğini koruyor. İçerisinde tüm bilinmezlikleri barındıran bu pandeminin, uluslararası sistemi ve güç dengesini kalıcı olarak değiştirebilecek sismik bir şok ortaya çıkarması muhtemeldir.
Halk sağlığı kriziyle başlayan bu sürecin ekonomik ve toplumsal krizlere yol açmaması, dünyanın işbirliği yapma istekliliğine ve yeteneğine bağlıdır. İçinde yaşadığımız dünyada küresel ticaretin ve refahın alaşağı olmasını, yalnızca bir devlet tek başına engelleyemez. Şayet hükümetler, bilim adamları, ekonomistler ve politika yapıcılar arasında uluslararası bir koordinasyonun kurulması yolunda etkili adımlar atılmazsa, bunun açık bir intihar olacağı aşikârdır.
Şöyle bir dünyaya baktığımızda, sessizliğe bürünen şehirler, kapanan kepenkler, işsiz kalan insanlar, öğrencisiz okullar, tepetaklak olmuş finansal piyasalar, boşalan mağaza rafları, tıka basa dolu hastaneler ve daha nicelerini görüyoruz. Dünya ölçeğinde, çoğu ekonomik faaliyet dondurulmuş ve küresel bir durgunluk kapıda hazır bekliyor.
Nüfusun, mal ve hizmetleri satın alma erişiminin kısıtlandığı bu ekonomik tabloda, akla gelen ilk soru, ekonomik gerilemenin ne kadar şiddetli ve bunun kalıcı sonuçlarının neler olacağıdır. Bir diğer soru ise, hükümetlerin hastalığı bastırmak veya en azından yayılmasını yavaşlatmak için ekonominin daralmasına ne kadar tahammül göstereceğidir.
Bilindiği kadarıyla bugün virüs, bazı istisnalar dışında, daha çok gelişmiş ülkelerde etkilidir. Ancak bu virüsün ekonomisi, sağlık hizmetleri ve siyasal yapısı zayıf ülkelerde patlak vermesi durumunda insanoğlunun nasıl bir manzarayla yüzleşmek zorunda kalacağını, şimdiden öngörmek gerekiyor. Demem o ki koronavirüs fakir ülkeleri mahvedebilir.
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) verilerine göre yeryüzünde3 milyar insanın evinde ellerini su ve sabunla yıkayacağı lavabosu dahi bulunmuyor. O halde koronavirüsün azgelişmiş ülkelerde nasıl bir tahribata neden olabileceğini düşünmek ve buna uygun çözümler üretmek, tüm hükümetlerin ortak sorumluluğudur. Dünya genelinde yaklaşık 900 bin kişinin enfekte olduğu bir salgın söz konusu ve bu hastalığın Afrika ve Hindistan’da yayılım hızının ciddi bir artışa geçtiği göz ardı ediliyor.
Birleşmiş Milletler çatısı altında yeni bir sömürü düzenine mahal vermeyecek tedbirlerin ivedilikle üretilmesine ihtiyaç vardır. Şu günlerde her ülkenin kendi derdine düştüğü şeklinde bir portre takdim edilse de, bugünleri aratacak daha büyük felaketlerden kaçınmak için, tüm zorluklarına rağmen, uluslararası işbirliği yolları aranmalıdır. Bu bir mecburiyettir. Zira din, dil, zengin, fakir ve ırk ayrımı yapmaksızın tüm insanlık ortak bir düşmanla karşı karşıyadır.
Hatta tüm demokrasiler tehdit altındadır. Nitekim geçmiş deneyimler, bu tür şokların siyasi sistemleri ve uluslararası ilişkileri bozma eğilimi taşıdığını işaret ediyor. İnsanlığa yönelik, henüz sonuçları net bir şekilde kestirilemeyen tehlikeleri yönetmenin tek yolu, hükümetler ve çok taraflı örgütler arasında daha yoğun işbirliği ve eşgüdümdür. Çok geç olmadan bu adımlar atılmalıdır.