Küresel mağduriyet mi, yeni bir oyun mu?

Abone Ol

Bugünlerde bir kez daha şahit oluyoruz ki…

Türkiye’de yıllardır siyaset üreten kurum ve şahısların birçoğu başkaları tarafından kuruluyor.

Çatı aday tartışması…

15 vekil faciası…

Zıtlaşma…

Dışarıdan bakıldığında, kendini “Erdoğan sempatizanı” görmeyen birçok insan bile bu manzara karşısında inadına ona yöneliyor. Bir zamanlar kol-kola siyaset yaptığı, “abi” makamında oturttuğu bir siyasi figür -neredeyse- bir nefret objesine dönmek üzere…

İnsan hiç mi düşünmez!

Hiç mi akletmez!

Siyasette her zaman bir taraf vardır. Çünkü siyaset tarafların rekabeti ile yaşar. Bir siyasetçi her zaman iddia sahibidir. O yüzden iddiasını gerçekleştirmek için mücadele eder. Karnından konuşmaz. Havayı koklamak için çıldırtıcı bir sessizliğe sığınmaz. Nettir. Tezini ortaya koyar. Beğenilir ya da beğenilmez, istikrarlı ve ısrarcı olur.

Neredeyse yarım asır boyunca siyasetin en önemli figürü olmuş büyük bir liderin mirasını çarçur eden kifayetsiz şaşkınların kendisini kurup meydana bırakmasına izin vermez.

Büyük liderden kastım elbette Merhum Erbakan Hoca…

Onun adına verilen ödüllerden ve o ödül törenindeki saçmalıktan söz ediyorum.

Bu ülkenin inançlı insanlarını ‘jüristokrasi’nin keyfiyetine ihbar eden…

Kendini Müslüman olarak tanımlayan insanları ‘statükocu eski kutsal devlet’in silahlı kuvvetlerine gammazlayanlarla iş tutanları Hoca’nın gölgesi önünde alkışlayanlardan söz ediyorum…

Bu talihsiz geceyi kendi ihtirasları için kumpas arenası gibi kullanıp…

Oradan siyasi rant devşirmek için gözü dönmüş siyaset kabızlarından da…

Bütün bunların hanelerine artı olarak yazıldığını zannediyorlar. Oysa öyle değil…

Büyük oyunu göremeyecek kadar basiretleri kilitlenmiş. Sanki bu ülke 17/25 Aralık’ı görmemiş, Gezi’yi yaşamamış, 15 Temmuz cinnetine maruz bırakılmamış gibi…

Yıllardır yenildikleri halde…

Yenileceklerini bildikleri halde yine aynı kumpasın bir ucundan tutup kendilerini bir adım yukarı çekmeye çalışıyorlar.

Kaybediyorlar…

Allah muhafaza…

Senin ülkenin lideri dayak yiyecek. Sen ellerini ovuşturacaksın. “Ben, ben, ben” diyerek sahiplerinin seni görmesi için şaklabanlıklar yapacaksın. Varlık sebebin olmuş liderine haksızlık/ hadsizlikte ‘düşmanlar’ına bile rahmet okutacaksın…

Bu nasıl bir kepazeliktir!..

Bana göre…

Milletin kamçılanması, ayağa kalkması ve iradesine sahip çıkması için bu tür proaktif ortamlar turnusol kâğıdı görevi üstleniyor. Ağacı budayınca dallar daha gür çıkar ya… İşte aynen öyle…

Üzerinden 28 Şubat tankı geçmiş bu milleti böyle saçmalıklarla hizaya getiremeyeceklerini bir kez daha öğrenecekler.

Artık şunu görmüş olmamız gerekmiyor mu:

Büyük Şeytan’la asla dost olunamaz!

Onun sahibi Britanya asla dost olamaz!

Onların da sahibi İsrail’den asla dost olmaz!

Olup bitenleri ince okumayı becerebilenlerin, en azından onların, bunu çoktan öğrenmiş olmaları gerekirdi.

(Çok komplocu bir yazı oldu, farkındayım.)

İğne oyası gibi işlenen bir sistemin eski vesayet hırs(ız)larına peşkeş çekilmeyeceğini nasipse göreceğiz.

Umutla ve kararlılıkla…

Eski karanlık dehlizlere -tekrar- düşmemek için…

Tenekelere, görüntülere, kafasının üzerinde boş konuşma balonuyla dolaşan karikatür tiplere, satılmışlara, itilmişlere, kakılmışlara aldırmadan…

Çürüklerden kurtulup…

Bilgi ve aklın rehberliğinde devam…