Arap Baharı sonrası meydana gelen bölgesel gelişmeler dikkate alındığında, İsrail’in büyük bir jeopolitik kazanım yakalamak üzere olduğu görülmektedir. İsrail kıyılarında bulunan Tamar sahasından elde edilen doğalgazın Ürdün, Filistin ve Mısır’a pazarlanması, Tel Aviv Yönetimi’nin Arap dünyasıyla kurmaya çalıştığı ilişkilere olumlu bir katkı sunmuştur.
İsrail’in orta vadeli stratejik hedeflerinden birisi de Arap dünyası ile Avrupa arasında bir köprü kurmaktır. İsrail’in önce bölgesel gaz piyasasına, ardından da küresel gaz piyasasına entegre olma çabaları bu stratejiye ait somut işaretlerdir. Bu hedefin başarılı olması, uzun vadede İslam İşbirliği Teşkilatı’nı işlevsiz bırakabilir. Böyle bir sonuç tamiri güç olaylara kapı aralayabilir. Diğer taraftan güncel gelişmeler bir kenara bırakılırsa, bölgesel düzeyde en etkili oyuncu olma yarışında, daima önde yer almak için mücadele veren İsrail’in önündeki en büyük engelin Mısır olduğu unutulmamalıdır.
Mısır’ın Zohr deniz sahasında keşfedilen doğalgaz kaynakları Kahire’yi yeniden Arap dünyasının liderliğine soyundurabilir. Jeopolitik hesaplamalardan hareket edildiğinde, Mısır’ın gelişmekte olan enerji pazarının merkezi olma potansiyelinin varlığı göze çarpmaktadır. Mısır bu çerçevede hem Avrupa hem de Afrika gaz pazarını ele geçirmede İsrail ile ciddi bir rekabete tutuşabilir. Bugün belki Mısır’daki Sisi Hükümeti ilk etapta böyle bir çatışmayı göze almayabilir. Ancak unutulmamalıdır ki her iki ülkeyi yakın temas kurmaya yönlendiren nedenler geçicidir. Türkiye’ye karşı tehditkâr bir tutum ve söylem etrafında birleşen Mısır ve İsrail, bu konuda en büyük desteği, ABD’den almaktadırlar.
İsrail, ABD, İtalya ve Fransa’nın kütüğüne kayıtlı uluslararası enerji şirketlerinin Doğu Akdeniz enerji kaynaklarını sondaj ve işletim hakkı elde etmiş olması, haliyle bu devletleri aynı söylem üzerinde buluşmaya zorlamaktadır. Doğu Akdeniz’de doğalgaz ve petrol sahalarının paylaşımı, aktarma hatlarının oluşturulması ve kontrolü, adı geçen devletler ile yerel aktörler arasında benzersiz ortak bir menfaat ağının kurulmasını tetiklemiştir. Henüz her şey tamam olmuş değildir. Süreç, bölge içinden veya dışından gelebilecek ezberi bozacak hamlelere halâ açıktır.
Dünya ölçeğinde Myanmar’dan Suriye’ye kadar uzanan hatta yer yer ortaya çıkan çatışmalar ve yükselen tansiyon, anahtar öneme sahip ülkelerin güvenliğini tehdit etmektedir. BM, NATO ve AB’nin küresel barışı korumadaki başarısızlıkları bilhassa jeopolitik öneme sahip ve ciddi güvenlik sorunları yaşayan ülkelerin hızlı bir şekilde silahlanmasına yol açmaktadır. Bu durum bir taraftan uluslararası silah piyasasını ciddi şekilde hareketlendirirken diğer taraftan yapay gerilim bölgelerinin sayısını çoğaltmaktadır. Ayrıca bu hadiseler, çakışan çıkarlar nedeniyle devlet dışı silahlı yapılanmaların etkisini ve sayısını hızla artırmaktadır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin, dünyanın gelişmekte olan bölgelerini temsil etmekte yetersiz kalması ve çok kutuplu yeni bir dünya düzeninin oluşmaya başlaması şeklindeki gelişmeler, ülkeler arası çatışma veya işbirliği olanakları için bir fırsat sunmaktadır.
Dolayısıyla Yunanistan Eski Dışişleri Bakanı Nikos Kocias’ın da geçtiğimiz günlerde ifade ettiği üzere Doğu Akdeniz’deki var olan ya da yapılmaya çalışılan enerji alanındaki işbirliklerine Türkiye’nin de katılımının sağlanması, Kuzey Kore’den başlayıp batıya doğru yayılan yüksek basıncın azalmasına katkı sağlayacaktır. Hindistan ve Pakistan’ın savaşın kıyısında dolaşması, Kuzey Afrika, Afrika Boynuzu ve Ortadoğu’da çöken otoriteler ile yukarıda belirtilen uluslararası güçlerin işlevsizliği bir bütün olarak düşünüldüğünde, Türkiye’nin kazan-kazan formülüyle işbirliklerine dâhil edilmesinin önemi daha iyi anlaşılabilir.