Küresel adaletsizliği aşabilir miyiz?

Abone Ol

IMF’nin ve Dünya Bankası’nın tahakkümcü yapısı, BM Güvenlik Konseyi’ndeki vetocu 5 müstağni daimi üyenin keyfiliği, küresel adaletsizliğin uç noktalarıdır.

G20 ise, güçlüler ve güçlenmeye çalışanlar arasında küresel yönetimsel eşitliğe doğru yeni bir açılım denemesidir.

Maalesef ki dünya siyaseti hukuk üzerinden değil, güç üzerinden yürümektedir.

BM’nin kemikleşmiş güçlüler statüsünü nispeten kırmanın yolu G20 ile irtibatlı hale gelmektedir. Ancak G20 kararları bağlayıcı değildir, ama etkisi güçlüdür; yatay ve yaygınlaşan bir tesir alanı oluşturmaktadır.

Güney Kore, Avustralya, Türkiye gibi ülkelerin ‘orta ölçekli güç diplomasisi’, G20 çalışmalarında ‘küresel güçler’ yerine, ‘yerleşik ve yükselen güçler’ ile koalisyona odaklanarak veya konjönktürel pozisyonları değerlendirerek politik gündemi etkileyebiliyor.

Örneğin Güney Kore, küresel büyüme ve istikrar için Çin’i iç talep üretmeye zorlamaya çalıştı. Türkiye IMF’nin siyasi ve ekonomik adaletsizlik saçan bazı kurallarını tartışmaya açıp azaltabildi.

Ayrıca Türkiye’nin 2015 Dönem Başkanı olarak İş Dünyası-20 (B20), Emek Dünyası-20 (L20), Düşünce Kuruluşları-20 (T20), Genç-20 (Y20) gibi 70’in üzerinde resmi toplantı düzenleyebildiğini öğreniyoruz.

Türkiye mülteciler konusu üzerinden Küresel Kuzey’in günah galerisini tartışmaya açabiliyor.

Paris katliamından önce R. T. Erdoğan şunu demişti: ‘Suriye ateşine odun atanlar bilsin ki o ateş sizi de yakar.’ Bu husus ABD için de Rusya için de Fransa için de geçerli idi.

Çünkü IŞİD’in sivillere karşı gerçekleştirdiği öfke katliamları kadar, ABD ve Rusya uçaklarının bombalarıyla Ortadoğu’nun sivil halkına yönelik katliamlar da terör ateşine odun taşımaktaydı. Ya da terörün gerçek nedeniydi…

Ayrıca Türkiye, eşitlikli kalkınma modeli olarak KOBİ’lerin özendirilip gündemleştirilmesiyle, klasik kalkınma formuna karşı alternatifleri güçlendirmeye çalışıyor.

G20 Antalya Zirvesi’nin açılışından hemen önce yapılan İş ve Emek Formu’nda konuşan Erdoğan’ın vurguları ezilenlerin sesi olmaya çalıştı. Erdoğan ‘Terörün temelinde finans dünyasının hasisliği var, … bu kıskançlığı gidermek gerekir’ diyordu. İş adamlarına da ‘Fakiri tahrik etmeyin’ dedi, ‘Biraz az kazanın, işçilerinizle, dar gelirlilerle paylaşın…’

G20’deki Türkiye, iç muhalefetin ‘Türkiye yalnızlaştı’ edebiyatını da boşa çıkartıyor.

Ve bu imkân, egemen küresel güçlerin mevzilerini daha mı muhkemleştiriyor; yoksa istikrar arayışının, preferinin ve alternatif arayışların önüne egemenlerin yığdığı molozlar daha mı çok çözülüyor?

Dünya Ekonomik Formu’na karşı 1999’dan itibaren örgütlenen ve ‘Başka Bir Dünya Mümkün’ sloganıyla alternatif açılımlar peşine düşen Dünya Sosyal Formu’na  Porto Allegre’de Brezilya’nın imkân sağlaması da küresel egemenlerin engellerini aşmaya yönelikti.

Ezilmiş ülke halklarının tabii hakları, Arap Baharı ile elde edilen hakların yeniden kazanımı için; ayrıca Müslümanların Ortak Pazarı’nı oluşturma çabalarının önünün açılması için G20 ülkelerini makul bir çizgiye çekecek olan da Türkiye’dir. Ayrıca Türkiye, G20 üyesi Endonezya, Suudi Arabistan ve MİNTS’in diğer üyeleri Malezya ve Nijerya ile küresel politikaları etkileyecek çabaları yoğunlaştırmalı, tüm ezilenlerin sesi olabilmelidir.

Mali disiplinler ve enerji güvenliği yanında küresel sorunlar olarak iklim değişimi, yoksulluğun azaltılması, iş eşitliği, yolsuzluk, istihdam artırılması ve terörizmin kaynakları/nedenleri gibi konuları Türkiye, MİNTS ülkeleriyle beraber G20’nin gündemine taşıması ve küresel kapitalizmin vahşi gülümsemesini azaltacak, muhalif insani cereyanların da öncü lokomotifi haline gelecektir.

Egemenlerin parkurunda, onları yanlışlarını aşmaya çalışarak yürümek, yeni ve yapıcı bir muhalif dil ve akımın heyecanına da dünya iklimini açmaktadır.

İklim kirlenmesini aşmak, fıtratla ve vahiyle buluşmanın, özgürleşmenin de yoludur…