Oryantalistlerin ağzıyla konuşan içimizdeki zavallılar, Kur’an ve sünnet hakkında olur olmaz şeyler söyleyerek hem kendilerini hem de ilgi duyanlarını sapkınlığa götürebiliyorlar maalesef! Hâlbuki aşağıda gelecek manalar onlara en güzel cevaptır.
Yüce Rabbimiz Kur’an’da şöyle buyurur:
“Şehirlerin anası (olan Mekke’de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur’an vahyettik.” (42 Şûra Suresi’nin 7)
Bu ifadeler kime ait?
-Allah’a (cc) ait.
-Hitap kime?
-Rasûlü Muhammed Mustafa’ya (sav)!
-Nerede geçiyor?
-Kur’an’da!
-Kur’an kime indi?
-Hz. Muhammed Mustafa’ya (sav)
-Kur’an’ı biz indirdik, diyor mu Rabbimiz?
-Evet!
“KUR’AN’I SANA İNDİRDİK”
-Sana indirdik buyuruyor mu?
–“İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.” (16 Nahl 44)
-Güvenilir bir elçi ile mi?
“O (Kur’an), şüphesiz değerli, güçlü ve arşın sahibi katında itibarlı, orada (meleklerce) itaat edilen, güvenilir bir elçinin (Cebrail’in) getirdiği sözdür.” (81 Tekvir 19, 20, 21)
-Lisanı ne buyuruyor?
-Arapça!
“Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.” (Şuara 193-195)
-“Onu peygamber mi söyledi” diyenlere cevap var mı?
–“Eğer peygamber bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, elbette onu kıskıvrak yakalardık. Sonra onun can damarını koparırdık. Hiçbiriniz buna mâni olamazdınız.” (Hâkka 44-47)
ÜMMİ BİR PEYGAMBER
-Peygamberimiz ümmi değil miydi?
-Evet, ümmî idi. Bu aynı zamanda bir mucizedir. Eğer okumuş olsaydı, ehl-i küfür bunu çok dile getirecekti. İşte bu konuda bir ayet-i kerime:
“Sen bundan önce ne bir Kitap okuyor, ne de elinle onu yazıyordun! Öyle olsaydı, bâtıla uyanlar elbette şüpheye düşerlerdi.”(29 Ankebut 48)
-O’na gelen ancak bir vahiy değil miydi?
-“Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve bâtıla inanmadı; o, arzusuna göre de konuşmaz. (Size okuduğu) Kur´an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.” Necm.1-4.
Bunlar çoğaltılabilir.
KUR’AN’A İFTİRA ATANLAR
Akademisyen adına sığınarak ve onu adeta kutsallaştırarak Kur’an’a çeşitli iftiralar atanlar, oryantalistlerin sözlerini aktarıp halkın kafasını bulandırıyorlar. Bunlar ilahiyatlar olsalar da asla ilahiyatçı olamazlar. Temiz ilahiyat hoca ve talebelerimizi kirletmeye hiç de hakları yoktur.
Bir takım kelime oyunlarıyla zehirlerini kusanlar, bu memlekette yaptıkları tahribatın cezasını ahiret hayatında mutlaka çekeceklerdir.
Ehli sünnetin dışında bir şeyler söyleyip TV’lerde boy gösteren, etrafında bir takım adamlar toplamak suretiyle sapık görüşlerini aşılamaya çalışanların, en sonunda, yıkılmaz bir duvara çarparak ateş çukuruna nasıl da yuvarlandıklarını bâriz bir şekilde görüyoruz. Böylesine net durumları gördüğü halde, halâ benzeri sapkınların peşine düşmeye devam edecek mi o takipçiler? Allah gafletten uyandırsın. Efendimizin duâlarında olduğu gibi; “sapmaktan ve saptırılmaktan Allah’a sığınıyoruz.”
RASÛLULLAH TEBLİĞCİDİR
Tebliğ lügatte; zaman, yer ve nitelik açısından amaca ulaşma, sona varma, nihâyete erme, resmi bir yazıyı, kararı halka veya ilgililere duyurma, bildiri, beyanname, mesaj, bir dini başkalarına anlatma ve yayılmasına çalışma. “Be-leğa” fiilinden “Tef’il” babında masdardır. Çoğulu “Tebliğat”tır.
Tebliğ, Kur’an’da “belâğ” kelimesi ile aynı anlamda kullanılmıştır. Tebliğ masdar, belâğ ise isim olarak on küsur yerde geçmektedirler. Bu kelimelerin ifâde ettiği ilâhi mesajın sahibi Yüce Allah, aracı ve vasıtası Hz. Muhammed (s.a.s), muhatabı ise, insandır.
Tebliğ, peygamberlerin sıfatlarından ve onların gerçek vazifelerindendir. Bu gerçeği ifâde eden bir ayetin meâli şöyledir:
“Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni duyur. Eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur.” (5 Mâide 67)
Tebliğ vazifesini yapan peygamberler, bu vazifelerinde zorlayıcı herhangi bir yola başvurmamışlar, sadece tebliğ vazifelerini yerine getirmişler ve sonucu Allah’a bırakmışlardır: “Peygambere düşen, sadece tebliğ yapmaktır.” (5 Mâide 99) Peygamberlerin sıfatlarından birisinin tebliğ olduğunu bilmekteyiz. (Nureddin Turgay, Şamil İslâm Ansiklopedisi, Tebliğ Mad. s. 412)
Davette Hikmet ve Güzel Öğüt: “Rabbinin dinine/yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.” (16 Nahl 125).
KİTABULLAH’IN SEVGİSİ GEREKLİ
Bu, aşk işidir. Allah ve Rasûlüne âşık olmak! Âşık olmayan ne anlar ondan?
Bakın bir, halkın cahil olarak gördüğü öyle insanlar vardır ki, Kur’an’a âşık olmuştur. Okurken ya da dinlerken kendinden geçer. Muhabbet deryasına girer. Öyle bir zevk alır ki; keşke bitmese der. Her gün sayfalarca okur. Kur’an onun hayatının neş’esi, huzuru ve en büyük zenginliğidir.
Mukabeleler okunur bu muhabbetle. Dinlenir hep birlikte. Tâ Allah Rasûlü (s.a.v.) ve Cibril’den (a.s) gelen hediye… Her Ramazanda karşılıklı okumuşlar. Son Ramazanda ise iki defa mukabele yapmışlardı. Salât ve selâm onlara olsun!
Hatimle kılınan bir teravihi düşünün!
Hurûfatı düzgün, sesi güzel ve makamı çekici, samîmî bir İmam kardeşimizin arkasında kılınırken, hiç yorulmak ve usanmak bilmez inanan insan! Doyamaz her bir sahifesine. Her bir rekâtına! Aman ya Rabbi! Bu, Allah kelâmıdır. Lafzı da, manasına da O’na aiddir diye haykırır insan!
Gûya ‘okumuşlar’ olur ya bazen. Ne anlar bu manâdan, bu zevk ve muhabbetten. Laf ebeliği yaparlar ancak. Sözü söylerler süzmeden. Nefis, hevâ, şeytan ve şeytanlaşmış insanların felsefi sözleriyle günah ve harama dalar, belki de tartışırken inkâra varırlar. Öyle ya; onlar çok bilmişler! Rabbimiz onların şerrinden korusun!
Bundan hiç anlamaz oryantalistler ve onlara tabi olanlar.
PEYGAMBERİMİZİN AĞLAYIŞI
“Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm);
“Kur’ân’ı bana oku!” dedi. Ben (hayretle):
Sana indirilmiş bulunan Kur’ân’ı mı sana okuyayım ya Rasulallah, diye sordum. Bana:
“Evet, ben onu kendimden başkasından dinlemeyi seviyorum,” dedi. Ben de ona Nisa sûresini okumaya başladım. Ne zaman ki;
“Her milletten (inançlarının bozukluğuna, işlerinin kötülüğüne tanıklık edecek) bir şahit, seni de bunlara şahit getirdiğimiz zaman (onların halleri) nice olacak?” mealindeki âyete (Nisa 41) geldim.
“Dur!” dedi. Durdum ve dönüp Rasûlullah (a.s)’a baktım. Bir de ne göreyim, iki gözünden de yaşlar akıyordu.” (Buharî, Fedâilu’l-Kur’ân 32)
SAHABENİN KUR’AN’A DÜŞKÜNLÜĞÜ
Sahabeye bakalım! Hz. Ömer’in (ra) ayetleri duydukça ağlayışına!
Kendileri okurken meleklerin dinleyişi. Üseyd bin Hudayr (r.a) anlatıyor:
Bir gece Bakara Sûresi’ni okuyordum. Atım da yanı başımda bağlı duruyordu. Bir ara at şahlanmaya başladı. Okumayı kestim; at sâkinleşti. Tekrar okumaya başladım, at yine şahlandı. Hattâ oğlum Yahyâ’yı atın çiğnemesinden endişe ederek yanıma aldım. O esnâda semâya baktığımda üzerimde kandillere benzer bir şeyler olduğunu gördüm. Sonra onlar göğe doğru yükselip gözden kayboldu.
Sabahleyin, olup biteni Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimize anlattığımda bana:
“–Oku ey Üseyd, oku!” buyurdu. Sonra da:
“–Ey Üseyd! O gördüklerinin ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu.
“–Hayır,” dedim. Bunun üzerine Allah Rasûlü:
“–Onlar, senin Kur’ân tilâvetini dinlemeye gelen meleklerdi. Eğer sen okumaya devâm etseydin, sabaha kadar seni dinleyeceklerdi.
O melekler, insanlara gizli kalmayacak, insanlar da onları görebileceklerdi,” buyurdular. (Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân 15, Menâkıb 25; Müslim, Müsâfirîn 241-242)
MEAL YA DA TERCÜMEYLE KIRAAT MESELESİ
İstediği birçok şeyi elde etmek için çok şeyini veren veya menfaati için gerekli gördüğü yeni alanlarda pek çok zorluğun üstesinden gelmeyi başarabilen insanoğlu, Allah (cc) tarafından kolaylaştırılarak indirildiği ifade edilen (54 Kamer 17) Kitabı Kur’an-ı Kerim’e ebedî kurtuluşu için mutlaka zaman ve emek ayırma ihtiyacını doğal olarak hissedecektir.
Arapça, Allah’ın son mesajını evrensel olarak insanlığa sunarken tercih ettiği son derece kapsamlı bir dildir. Demek ki Arapça buna lâyık bir dildir. Allah (c.c.), en büyük ilim ve hikmet sahibidir. İnanan insan, bu seçime saygı göstermeli ve Kur’an’ı bu haliyle okuyup anlamaya ve yaşamaya çalışmalıdır. Bunun için de en azından sıkça okuduğu sûrelerin anlamlarını öğrenmelidir.
Bir başka husus da şudur: Dünya üzerindeki tüm müslümanlar, namazda ve ezanda aynı dili kullanarak, evrensel bir dini aynı düzeyde yaşamış oluyorlar. İslâm’da birleşip bütünleşme adına aynı ibadet dilini kullanmanın önemi inkâr edilemez. Aynı zorunluluk, meselâ dua ederken geçerli değildir. Kişi, duasını dilediği dilde yapabilir. (Dereli M. Vehbi, Doç. Dr., Tam Namaz Hocası, Karatay Yay., Konya, 2010, sh. 117.)