Benim -Kur’an’a uygun olduğunu düşündüğüm- algıma göre evrenin/varlığın yaratılışı sona ermiş bir hadise olmayıp devam etmektedir. Yaratılış devam etmekle kalmayıp sürekli artmakta ve iyileşmektedir. Zira evren/varlık; “Köpük (yanlış) kaybolup gider, insanlara yararı olan (doğru) da yeryüzünde kalır.” yasası uyarınca çalışmaktadır.
Âlemi bu şekilde yalın anlamak, bütün sadeliğiyle bu yalın anlayış Kur’an’a uygundur. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“… O, bilmediğiniz daha neler neler yaratmaktadır.” (Ra’d 13:17).
“Kendi tercihine göre yaratışında artırma yapan O’dur. Her şeye bir ölçü koyan Allah’tır.” (Fâtır 35:1).
“Köpük (yanlış) kaybolup gider, insanlara yararı olan (doğru) da yeryüzünde kalır.” (Ra’d 13:17).
Küresel İslami hareketin algısını bu yönde oluşturması gerekmektedir. Zira bu algı oluşmadan ve bu ilkeler benimsenmeden geleceğe sağlam/doğru bir adım atmamız gerçekten zordur.
İslam dünyası tıkanmıştır. Çünkü evrenin/varlığın yaratılışındaki artışı kabul etmeyi reddetmektedir. Oysa bizim bilmediğimiz, bizden öncekilerin de bilmediği çok fazla yeni yaratılış mevcuttur. Malik bin Nebi bu hususu “Yeniden Doğuşun Şartları” isimli kitabında şöyle dile getirmiştir:
“Son birkaç on yıl boyunca insanlık bilgisine yapılan eklemelerden habersiz olan bir insan, alaya alınmadan ve acınarak bakılmadan toplum içine girip düşüncelerini açıklayamaz.” Çünkü o insan kendi çağında yaşamıyor demektir. Bu yüzden bizler dünyada olup bitenler hakkında büyük bir kayboluş içindeyiz. (Hakikatini anlamadığımız için) günümüz dünyasını bazen ziyadesiyle hor görüyoruz; bazen de ziyadesiyle yüceltiyoruz!
Ancak “Yanlışın kaybolup, yeryüzünde doğrunun kalacağı”na ilişkin kanun, hakikaten büyük bir kanundur. Bu kanun, beni birçok sorun karşısında güçlü kılmıştır. Özellikle şu anda dünyada yaygın olan felsefi akımlar karşısında nihilizm, belirsizlik ve dünya düşünürlerinin bir kısmının inandığı kaos fikrini destekleyenler karşısında bizi güçlü tutan bir kanundur. Ben evrenin/varlığın insan aklıyla uyumlu, harika ve tutarlı bir sistemi olduğunu ve bu sistemin tarihle, büyüme ve ilerleme fikriyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum.
Bizden önce gelip göçenlerin akıllarının ucundan bile geçmemiş birçok şeyi bizler açıkça gördük. Ancak ne yazık ki bugün İslami hareketleri yönetenlerin çoğu, insani ve sosyal bilimlerde ya da (en azından) tarih ve siyaset ilimlerinde katedilen gelişmelerden habersizdir.
Dünyada olup bitenlerden habersiz şekilde birbirimizi yiyip tüketiyoruz! Âdeta yaşadığımız dünyada değiliz! Ortaya konan yeni gelişme ve ilerlemeler hakkında bilgimiz yok! Kendilerini zincirlerden kurtarmaya çalışanları, çelme takarak hurafelerimize/mitlerimize geri getiriyoruz! Oysa “İnsanlığa tanıklık etme…” (Bakara 2:143) düşüncesi bu gelişmelerle yakından ilgilenmeyi gerektirir. Biz bilimlerden kopuk durumdayız. İnsanlığa ve olaylara tanıklık etmiyoruz! Nitekim ortada olmayan (kayıp) bir insanın, sağlam bir hükmü/hâkimiyeti/yönetimi olamayacağı gibi onun tanıklığı da kabul edilmez.
Evren/varlık, insanın on bin yıl önce anadan üryan halde mağarada yaşadığı dönemdeki gibi değildir artık. Peki, bundan on bin yıl ya da bir milyon yıl sonra nasıl bir evren (ve nasıl bir insanlık) olacak? Bu soru İslam kültüründe henüz sorulmuş değildir.
Geçmişi bilmiyorsak geleceği de hayal edemeyiz. Geçmişi de geleceği de bilen Yüce Allah, insanlığın geleceğinin de kan dökmek ve (çıkarı için) fitne-fesat çıkarmaktan ibaret olacağını zanneden meleklere şöyle cevap vermişti:
“Ben sizin bilmediklerinizi de biliyorum!” (Bakara 2:30).
Çeviri: Fethi Güngör