TÜYAP Kitap Fuarı her başladığında, Türkiye’deki kültürel iktidarın kimlerin elinde olduğunu en çarpıcı şekilde hepimize gösteriyor. Bu fuarı organize edenlerin 35 yıldır hassasiyetinin ne olduğu, fuarı hangi saiklerle devam ettirdikleri, kendileri gibi düşünmeyenlere karşı takındıkları tavır her fuar döneminde ayan beyan ortaya çıkıyor. Fuarın koordinatörlüğünü yürüten Deniz Kavukçuoğlu’nun hali hazırda Cumhuriyet gazetesi yazarı olması, aslında fuarın istikameti ve hassasiyeti için önemli bir ipucu veriyor zaten. Tüm bunlar bir yana, fuar yöneticilerinin çifte standardından rahatsız olan muhafazakârların/ dindarların bu duruma karşı nasıl bir yöntem geliştirdiklerine bakmamız gerekiyor.
Son 13 yıldır ülkemiz; kendini muhafazakâr demokrat olarak tanımlayan, Milli Görüş geleneğinden gelen, mütedeyyin insanların yönetiminde olduğu bir parti tarafından yönetiliyor. Kültürel iktidar ise, TÜYAP Kitap Fuarı’nın koordinatörü gibi düşünen, hisseden, yaşayan insanların elinde. 13 yıldır bu ikili durumun bu toprakların lehine değişmesi için ne yazık ki hiç çaba gösterilmedi. Bu konuda karınca kararınca bir şeyler yapmak için kollarını sıvayanlara da ne yazık ki destek değil, köstek olundu. Bunda şüphesiz en büyük etken; muhafazakâr/ mütedeyyin camiadaki kültür ve sanata karşı var olan soğukluğun bir türlü aşılamaması olarak gösterilebilir. Ama bu durum değişmeli artık…
Kültürel iktidar konusunu önemsiyorum. Bu konuda benimle aynı hassasiyete sahip başka isimleri görünce de umutlanıyorum. CF dergisinin Kasım sayısında eğitimci-yazar Erol Erdoğan’ın bu konuda kaleme aldığı yazıyı mutlaka okumalısınız. Erdoğan, muhafazakârlardaki Kültür Bakanlığı algısını, çok çarpıcı bir şekilde anlatıyor; AK Parti’nin ve AK Parti’lilerin 13 yıl boyunca bu bakanlığa karşı nasıl bir tavır içinde olduklarını, ne yazık ki moralimiz bozularak görmüş oluyoruz. İcracı olmadığı öne sürülerek hiç önemsenmeyen, en lüzumsuz koltuk olarak görülen Kültür Bakanlığı’na dair takınılan bu lakayt tavrı eleştirmek konusunda ne yazık ki bizler de geç kaldık. Ama, zararın neresinden dönülürse kârdır diyerek bakmalıyız bu duruma ve bu konuda siyasal iktidarı sık sık ve mütemadiyen uyarmalıyız. Erol Erdoğan, ne güzel vurguluyor bu durumu: Kültür, sanat, edebiyat, medeniyet konularına “kalkınma” kadar hatta ondan daha fazla vakit ayırmazsak, siyasi iktidarı yakalasak bile gerçekten etkileyici-belirleyici olamayız. Çünkü etkileyici-belirleyici olan fikirdir ve fikirden neşet etmiş yaşamsal unsurlardır. Üstelik bu sanıldığı gibi elit-seçkinci bir çaba değil, herkesi içine alan bir amel-i sahihtir. Hikmet, marifet, ibadettir bu…
Bu bilinçle hareket etmek, hepimizin boynunun borcu. Bu topraklara, çocuklarımıza, geleceğimize dair umutlarımız, hayallerimiz varsa, bunu ancak kültüre verdiğimiz değer ölçüsünde gerçekleştirebiliriz. Bakanlığın adının ve içeriğinin Kültür ve Medeniyet olarak değiştirilmesi konusunda öneri sunan Erol Erdoğan’a sonuna kadar katılıyorum. Köklü ve kadim bir medeniyetin çocukları olarak, düştüğümüz yerden kalkmak istiyorsak eğer, kalkarken güç alacağımız en sağlam dayanak noktamız, kültür ve medeniyet olmalı. Bu konuda yarın çok geç olmadan, bugünden hemen harekete geçmeliyiz…