Yitirdiğimiz, kaybettiğimiz değerlere her gün yenileri ekleniyor. Feragat ve fedakarlık, kul hakkı da bu cümleden.
Eskiden de önemli olan ama günümüzde haddinden de fazla önemli olan bu değerler üzerine sayfalar dolusu yazılsa az. Maka biz bu sütunlarla iktifa edelim.
Feragat ve fedakârlığın ne manaya geldiğini yapmayan/etmeyen asla bilemez. Bu edebiyatla, lafla olacak bir şey değil. Günümüz özlü söz devri olduğu için bu hususlarla ilgili birbirinden afili cümleler okumuş ya da etmiş de olabilirsiniz. Onlar önemli değil.
Bunları bizzat kendi nefsinizde yaşadınız mı?
Bir şeye sahip iken, hakkınız iken sırf Allah’ın rızasını kazanmak için hiç kimseye gösterme ve duyurma ihtiyacı hissetmeden ondan vaz geçtiniz mi?
Allah Resulü’nün ifadesiyle kendi nefsin için istediğin bir şeyi hatta daha fazlasını bir Müslüman için istediniz mi?
Bu ifadeler ayet hadis ve özlü sözlerde çok güzel duruyor.
Aslında senin de ihtiyacın olan bir şeyi daha fazla ihtiyacı olan birine canını yaksa/acıtsa ve hatta çok zora soksa bile hiç bir menfaat gözetmeden verdin mi, verebiliyor musun ve dahi bundan sonra da verebilecek misin?
Yoksa “köpeklerin dostluğu ortaya bir kemik atılana kadardır” ifadesinde olduğu gibi dostum/arkadaşım/kardeşim dediğin biri ile bir menfaat problemi yaşadığında ne hissediyorsun ve ne yapıyorsun, kendini bir yokla.
Hatırlar mısınız kumaşçılık yapan iki kardeşin bir hikayesi vardı. Birbirinden habersiz kendi hakkından bir kısmını da diğer kardeşine habersizce vermeye çalışan iki kardeşi? Sizce bunu bugün yapan veya yapabilecek kaç kişi var?
Sadece o kadar mı? Kul hakkı diye bir şey vardı eskiden? Şimdi buna özen gösteren, riayet eden kaç kişi çıkar? Ticaret veya farklı şekillerde ortağı dostu veya arkadaşı tarafından zarara uğrayan ve sabırla sineye çekmeye çalışan bir kişiye “saf ve enayi ya da pısırık” nitelemesiyle bakmayan kaç kişi çıkar?
O zarara uğrattığı kişi unutsa, istemese dahi o hakkın asla ortadan kalkmayacağını hem bu dünyada hem de ilahi adaletin şaşmaz terazinin işleyeceği ilahi divanda bunun Adil-i mutlak yüce Allah tarafından sorulacağına gerçekten inanan ve iman eden biri nasıl hiç bir şey olmamış gibi duyarsız davranabilir?
“Helalleşme” bu dünyaya ait bir kavramdır. Kazası, tehiri ve telafisi ya da hafifletici sebep yoktur. Allah sorar… Soracak da!
İlahi divanda “zerre miskal” in, başka bir deyişle hardal tanesi miktarınca olan bir şeyin dahi hesabı sorulacak iken; Bilerek veya bilmeyerek zarara uğrattığı bir kişinin zararını gidermek için, kendi hatasını telafi etmek için, kul hakkının zaman aşımı ve telafisi olmadığı bilinciyle gecesini gündüzüne katarak izale etmeye çalışmak yerine, hiç bir şey yokmuş, olmamış hesap sorulmayacakmış ya da torpil geçilecekmiş gibi umarsızca yaşamaya devam etmenin çok farklı bir adı var. Bilen bilir.
Güce ve konjonktüre göre konumlanan, yerini ayarlamaya çalışan; ileri uçta bekleyip defansa ya da orta sahaya hiç yardım etmeden gol atmanın derdinde olanlar yine ofsayta düşecek.
Ya da kimseye çaktırmadan bel altı vuranlar, bir şeyler yapmaya çalışanlar da VAR’a yakalanacak.
Yediği kul hakkını dahi önemsemeyene ne diyeceğiz?
Mağdurun unutması veya hakkını aramaması/arayamaması bahane olamaz.
Ya da hiç kimsenin görmediğini, bilmediğini zannederek kendince bir yol tutturanlara hatırlatmakta fayda var.
Asıl marifetlerden biri israf deryaları içinde 5 yıldızlı otellerin konforlu mekanlarında açık büfe servisinden tıka-basa fütursuzca istifade edip İslam Peygamberi, önderimiz Hz. Muhammed’in (SAV) Hendek Savaşı esnasında herkes açlıktan karnına bir taş bağlarken iki taş bağladığını dillendirmek, aralarda demli nefis Türk çayı eşliğinde konuşmanın mütalaasını topluca yapıp edebiyat parçalamak değil.
Mesele yine sosyal medyada yapılan paylaşımlarla hatimler indirmek ve hiç gün görmemiş en güzel özlü sözleri paylaşmak da değil.
VAR sistemi ezelden beri var. İlahi VAR, hep var! Kıyamete dek var olacak.
(*) VAR: Video Assistant Referee (video hakem sistemi)