Kudüs sloganlarla kurtarılmaz diyorlar. Haksız da sayılmazlar. Hiçbir müşahhas çözüm öne sürmeyip yalnıza Müslümanlar’ın ulvi çığlıklarına “taş atanları”, bu konfordan alıkoymak için tek bir yöntemimiz var bence:
Rutin Müslüman yaşantısına rücu etmek…
Biz yine sloganlar atmaktan vazgeçmeyelim. Çünkü slogan, bu davanın allı pullu şeklî bir unsurudur. Uyandırıcı, fark ettirici, harekete geçirici bir etkisi vardır. Lakin biz ne şekilden ne de nitelikten taviz verelim.
Çocuk katili, hırsız, korkak, namussuz İsrail askerlerine kin kusarken, namazlarımızı geciktirmeyelim mesela. Gece boyu klavye aracılığıyla yüklendiğimiz siyonizm düşmanlığını, kazaya bırakacağımız sabah namazı için vicdanımızı rahatlatacak bir gaflet unsuruna dönüştürmeyelim.
İlmihâl okuyalım, fıkıh öğrenelim, tarihimizden bîhaber olmayalım.
Tarihi olmayanların tarih yazdığı, imanı olmayanın iman çağrısı yaptığı bir çağda yaşıyoruz. Çağın has imanı bulanıklaştırıcı ukalalıklarından ve dayatılan tarihin aklı düğümleyici tabularından beri olmaya çalışalım. Bu anaforlardan ne kadar geri durursak, ileriye yönelik attığımız her adım çok daha sağlam, hakikate yönelik attığımız sloganlar çok daha tesirli olur biiznillah…
Kudüs’le ilgili aforizmalar kasalım, kabul. Fakat daha ziyade, mübarek yolları Kudüs’e düşmüş hakikat rehberlerini, irşad başbuğlarını da bilelim. Onlara edep, hürmet gösterelim, mualla yaşayışlarından dersler çıkartalım. Yollarını yolumuz belleyelim. Kelam-ı Kadim’i ve Sünnet-i Seniyye’yi izanlara mıhlamak suretiyle yığınları insanlaştırmış Cenab-ı Hak dostlarını tanıyalım.
Şiirler, romanlar yazalım, tamam. Fakat bunlardan nefsimize en küçük bir pay biçmeyelim. Mutlak hakikati, mutlak hakikate uzanan patika niteliğindeki ideolojilerimizi içi boş romantizmlerle öldürmemeye gayret edelim.
Filmler çekelim tabii ki. Ama çektiğimiz filmlerde gâvurun yalnızca mekanik istidadını taklit etmeyelim mesela. Madem taklit ediyoruz, madem kendimiz teknik yenilikler üretemiyoruz; en azından gaye çapında bir mukallitliğe girişelim. Onlar nasıl ki kendi bâtıl davalarını insanlığa enjekte etmek istiyorsa çevirdikleri filmlerde, biz de onların karşısında dimdik durup, kadim davamızı zihinlere çivilemekten imtina etmeyelim.
Hakikatten başka galip yoktur. Bu gerçeği düstur belleyenler olarak, onların kurduğu ve her bir hakikat fışkırışının önüne set niyetine çektikleri kompleks kapanlarına av olmaktan kaçınalım. Korkmayalım, çekinmeyelim, eziklik psikolojisine girmeyelim. Kendimiz olalım.
Kudüs’ü, politikacıların kâmil akılla girişmeleri gereken birlik ve yekvücut olma hareketinden ziyade, Müslümanlar’ın Müslümanca yaşaması, günlük hayatını kâmil bir Müslüman gibi idame etmesi kurtaracaktır zira. Şuur, azim, inanç, ilim ve irfan… Ferdî olarak bu vasıflara haiz olmaya gayret edip, bu gayreti ümmet planına yayabilirsek; zaten bizim olan Kudüs “yeniden ve daha çok” bizim olacaktır.
Gaye Hak oldu mu, zafer muhakkaktır.