Mirasımız Derneği’nin organizasyonuyla 22 gönüllü teşekkül temsilcisi olarak Kudüs’ü ziyaret ettik. Bir taraftan ilk kıblede bulunmanın mutluluğunu yaşarken diğer taraftan kutsal beldeyi işgal altında görmekten dolayı yaşadığımız hüzün tanımsız. Aynı duyguları daha fazlasıyla Kudüslülerde görmek de kederimizi artırıyor. İnsanların masum, olgun, kederli halleri beden dillerine, yüz ifadelerine yansımış durumda. Çaresizliğin, kimsesizliğin, sahipsizliğin yansıması bu. Feryat, figan eden kimse görmedik ancak derin bir sessizliğin hal diline aksetmesini gördük. Konuştuğumuz insanlar Allah’tan umut kesilmez diyorlar ancak durumun içler acısı olduğunu da ifade ediyorlar.
Kudüs’te 350 bin Müslüman yaşıyor ve ciddi sorunlarla karşı karşıyalar. İsrail’in psikolojik baskısının yanı sıra fiziki baskılar, işgaller her alanda sürüyor. Örneğin Müslüman mahallelerine büyük bir demir konteyner koyuyorlar çöpler toplansın diye ancak tekrar gelip alan olmuyor. Bir binayı onarmak istiyorsunuz işlemler çok uzun sürdüğü gibi size tamirat için çok kısa bir süre veriyorlar tamiratı bu sürede bitiremezseniz bütün işlemler yeniden başlıyor. Üstelik şehirde her şey inanılmaz pahalı.
İlk kıbleden size iyi duygular, manevi bereketler aktarmak isterdim ancak gördüklerim bana bu fırsatı vermiyor. Ama Türkiye’den beklenti çok yüksek. Yollardan geçerken herkes bizi “Türk” diye sevgiyle selamlıyor. Bazıları “Erdoğan” diye sesleniyor. Bu kısık seslerden anlıyoruz ki Selahattin Eyyubi gibi Tayyip Erdoğan’ları bekliyorlar. Bu bizi hem sevindiriyor hem de sorumluluğun verdiği ezikliği hissettiriyor. Buna çok fazla bir şey yapamamanın acısı diyebiliriz. Tarifsiz duygular içindeyim. Kudüs’te kendimi kaybettim. İnsanlık tarihinin harman olduğu yerde kayboldum.
Bir yanlışımı düzelttim siz de benim gibi biliyor olabilirsiniz onun için açıklamakta fayda var. Mescid-i Aksa diye bildiğimiz yer sadece namaz kılınan Kıble Mescid-i değil, peygamberimizin miraca yükseldiği Kubbet-üs Sahra’da değil. Mescid-i Aksa, surlarla çevrili kapılardan girilen 144 dönüm araziyi kaplayan içinde Kıble Mescid-i, Kubbet-üs Sahra, makamlar, namazgâhlar, mescitler, medreseler, tekkeler, müze ve zeytinliklerin bulunduğu alanın toplam adı. Medya ya da poster gibi yerlerde daha çok Kıble Mescid-i veya Kubbet-üs Sahra ile temsil olununca öyle bir algı oluşuyor.
Kıble Mescid-i’nin yanında bulunan müzede çok eser yok ama çeşitli dönemleri yansıtan önemli eserler var. Bunlardan en önemlisi Selahattin Eyyubi’nin yaptırdığı minberin orijinalinin sergilenmesi. Müzeden çıktıktan sonra bahçede Roma ve Bizans döneminden kalma desenli sütun başlarının bulunduğu yerde konuşurken Yahudilerin işgali altında bulunan Meğaribe Kapısı’nda İsrail askerlerin korumasında 10-15 kişilik bir fanatik Yahudinin mescide doğru geldiğini görüyoruz. Pazar günleri ikindi namazından sonra Yahudiler bir grup insanı burada dolaştırarak Müslümanların psikolojilerini kırmaya çalışıyorlar. Bizim ekipte hemen hareketleniyor, küçük bir kaynaşma yaşıyoruz “Bu işgalcileri durduralım” sözleri yükseliyor aramızda. Gurubu sakinleştirerek oradan uzaklaşıyoruz. Ama bu melun saldırı ciğerimize bıçak gibi saplanıyor.
Surların dışında çok sayıda çarşı var. Kattani Kapısı’ndan girdiğimiz çarşıdan diğer çarşılara bağlantılı daracık sokaklar bedestenlerle birbirine bağlanıyor. Dostlar alışverişe giderken iki arkadaş tatlı ve çay molası veriyoruz. O sırada gördüğüm kitapçıdan bir Kudüs albümü alıyorum. Bedesten tarzı çarşıda 4 veya 5 kişilik yaşları 14-15 civarında Yahudi kız ellerindeTevrat, kafa sallayarak okuma düzeninde Mescid-i Aksa’ya doğru geliyor. İsrail askerleri kızları durdurmaya çalışıyor ancak kızlar ısrarlı, birisi bir esnafın tezgâhını deviriyor. Çarşıdaki esnaf kaçamak gözlerle, tedirgin bir vaziyette olayı izliyor. Kızları ikna etmek üzere daha üst rütbeliler geliyor ve kızlar uzaklaştırılıyor.
Yüreğimiz dayanmasa da bugünlerde Kudüs için yapacağımız en iyi şey, ilk kıblemizi ziyaret ederek var olduğumuzu göstermektir. Mecid-i Aksa sizi çağırıyor.