Ürdün Kralı Abdullah, bel fıtığı ameliyatı için gittiği Almanya’dan Amman’a döndükten birkaç gün sonra Kahire’ye giderek Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah Es-Sisi ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Abu Dhabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid ile bir araya geldi.
El-İttihadiyye Sarayı’nda gerçekleşen “üçlü zirve” sonrası yapılan açıklamada, liderlerin Filistin meselesi başta olmak üzere uluslararası ve bölgesel konuları ele aldıkları belirtildi.
Açıklamada ayrıca Mısır, Ürdün ve BAE’nin “Kudüs’te sükûnetin sağlanması için hiçbir çabadan kaçınılmaması ve ibadet edenlerin herhangi bir engele ya da tacize uğramadan ibadetlerini gerçekleştirmelerini sağlamak için gerilimin tırmanmasını önleme” taahhüdünde bulunduğu ifade edildi.
Bu taahhüt nasıl yerine getirilecek?
Mescid-i Aksa, Tel Aviv ve Amman arasında 1994'te imzalanan barış antlaşmasına göre Ürdün’ün himayesinde bulunuyor ve tüm işleri Ürdün Vakıflar, İslami İşler ve Mukaddesat Bakanlığı’na bağlı Kudüs İslami Vakıflar İdaresi tarafından yönetiliyor.
Dolayısıyla Ürdün’ün Mescid-i Aksa’daki gelişmelerle ve düzenlemelerle doğrudan bağlantısı var.
Ramazan ayının başlarında İsrail’in Ürdün’den Mescid-i Aksa’daki itikâf günlerinin son on günle sınırlı tutulmasını istediği ve Ürdün’ün de bu talebe olumlu cevap verdiği, Kudüs İslami Vakıflar İdaresi’nin Amman’dan aldığı talimat üzerine Mescid-i Aksa’da sadece son on günde itikâfa girilebileceğini duyurduğu konuşuluyordu.
Hatta Mescid-i Aksa Hatibi Şeyh İkrime Sabri, karara tepki göstererek Ramazan’ın her günü itikâf yapılabileceğini söyledi ve Filistinlileri Yahudi yerleşimcilerin baskınlarına karşı koymak üzere Mescid-i Aksa’ya davet etti.
Mescid-i Aksa üzerindeki vesayetinin verdiği ayrıcalığı kaybetmek istemeyen Ürdün, mevcut statünün değişmemesi için bir yandan İsrail’e baskı yaparken diğer yandan da gerginliğin yükselmemesi için Kudüs İslami Vakıflar İdaresi aracılığıyla bir takım tedbirler alacaktır.
Nitekim Ürdün Kralı Abdullah’ın ABD Başkanı Joe Biden ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesinden sonra yapılan açıklamada, iki liderin “Kudüs'teki kutsal mekânlara yönelik saldırıların tekrarlanmaması için koordinasyonun devam etmesi gerektiğini” ifade ettikleri vurgulandı.
Mısır ise Gazze Şeridi’ne açılan kapının anahtarını elinde tutuyor.
Üçlü zirveden çıkan taahhüdün yerine getirilmesinde Kahire’ye düşen görev, muhtemelen, işgalcilerin ihlallerine misillemede bulunmaması ve gerginliği yükseltecek adımlardan kaçınması yönünde Hamas’a baskı yapmak olacak.
Geçen yıl Mayıs ayında yaşanan Kudüs’ün Kılıcı Savaşı’ndan bu yana Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin El-Kassam Tugayları’nın kurduğu bir denge var.
İşgalciler Mescid-i Aksa’ya dokunmaya kalkıştıkları anda Gazze Şeridi sınırına yakın Yahudi yerleşkelerine füze yağar.
Batı Şeria, Kudüs ve hatta 1948’de işgal edilen topraklarda direniş eylemleri yoğunlaşır.
İşgalcilere geri adım attıran bu strateji ve denge, Filistin Yönetimi’ni ve Ürdün’ü gözden düşürürken Hamas’ı da “Mescid-i Aksa’nın gerçek hâmisi” konumuna oturtuyor.
Kahire’de toplanan üç liderin Kudüs’te sükûnet istemelerinin bir sebebi de gerginliğin her tırmanışında Filistin halkının Hamas’a desteğinin arttığını fark etmiş olmalarıdır.