Son dönemlerde, asla sıradanlaşmaması gereken, sıradanlaştığında vicdanlara adeta bir hançer gibi saplanacak hadiselerin müsebbibi olan sıradanlıkları tecrübe ediyoruz…
Çıkarları uğruna her türlü sıra dışılığı, sıradan hale getiren çıkarcılar yalanı, katliamı, yoksulluğu, açlığı ve elbette her türlü kötülüğü/vahşiliği, her günün sıradanlarıymış gibi belletmeye çalışıyorlar…
Bu noktada Marshall Berman: “İnsanın ne söyleyeceğini tahmin etmek için karakterini bilmeniz gerekmez, sadece çıkarlarını bilmelisiniz” sözüyle adeta yüzümüze çarpılan bireyselcilik gerçeği, tam da merkezinde bulunuyor…
Diğerinin acısını gülümseyerek izleyen bir seyirci konumundaki çıkarcılık, gerçekte kendine bile yabancıdır…
Yabancıdır, çünkü benliğini ele geçirmiş olan çıkarların kendisini de hedef aldığının farkında bile değildir…
Sömürdüğü kadar, sömürüldüğünün farkında olamayan bireyselcilik, hâlâ yitirilmemiş vicdanlarda ki acıyı daha da derinleştiriyor…
“Biz ne ara bu hale geldik” dedirten türden hadiseler yaşıyoruz, iftihar vesilemiz olanlar yanında…
Bir taraftan ne kadar yardımsever olduğumuzla -haklı olarak- övünürken diğer taraftan da “acının istismarı”nı konuşuyoruz; acı bir gerçek olarak…
Elazığ depreminde gerçekten göğsümüzü kabartan şeyler gördük hem devletimizden hem de sivil toplum kuruluşlarımızdan ve elbette insanımızdan…
Ama aynı günlerde depremzedelerin acısını, imkânsızlığını ve acil ihtiyaçlılığını bir fırsata çevirmek isteyen “vicdan fukaraları”nı da gördük…
“Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste” diyen bir toplumda, mazlum hale düşmüş insanlar üzerinden “zengin olma” hayali kurmanın, o acınası haline şahit olduk…
Normal koşullarda bir lira olan bir ürünün, deprem sonrası beş liraya satılması açık bir istismar değil miydi?
Acının birleştirmesi gereken bir toplumun etnik ya da siyasi olarak manipüle edilmesi de başka bir çıkarcılığın açık işaretleri değil miydi?
Tarih boyunca zulüm konusunda devletlerin suçlandığını biliyoruz; peki bu da insanın insana zulmü değil mi; devlet bu zulmün neresinde?
Şimdi aynı fırsatçılık dünyada yayılan bir virüs üzerinden yapılıyor…
Aslında herkesi aynı oranda tehdit eden bu riskin istismarını, kendisi için de geçerli olduğu gerçeğini tamamen unutacak kadar “kendisine yabancı bir ahmaklık” ile beslenmiş çıkarcılık yapıyor…
Maskelerin en kötüsünü kendilerine ayırarak insanlıklarını maskeleyenler, beş liralık maskeleri yüz yüz elli lira gibi rakamlardan satıyorlarmış…
Ticaret ahlakı bunun neresinde; insan bunun neresinde…
“Her türlü istismar kötüdür” açık hükmü, normal koşullarda dünyanın her yerinde geçerlidir…
Fakat dünyada gittikçe yaygınlaşan -hatta devletler düzeyinde- başka bir şey daha var ki o da maskeler altında işlenen ve sıradanlaştırılmış kötülüklerdir…
Politik, ideolojik, kültürle… Envaiçeşit maske var…
“Benlik çözülmesi” yaşayan insanın giydiği her türlü maske aslında işleyeceği suçun en büyük kanıtıdır…
Zira niyetini bozmamış birinin maskeye ihtiyacı yoktur…
Tıpkı Thomas Carlyle’nin dediği gibi: “Israr ediyorum, Görünüş asla kendini Gerçeklikten ayırmamalıdır. Eğer ayırırsa, Görünüşe karşı isyan edenler olacaktır; çünkü o artık bir yalandır!”