21. yüzyılın başında Çin lehine değişen küresel koşullar, bu ülkenin Afrika kıtası üzerindeki etkisini yoğun bir şekilde artırmasına yol açtı. Başlangıçta ekonomik faaliyetler aracılığıyla Afrika ülkeleriyle ilişkilerini geliştiren Çin, son yıllarda attığı adımlarla nüfuz ağını, politik ve askeri alanı da kapsayacak biçimde genişletmeye başardı. Günümüz itibariyle Çin’in Afrika ülkelerinin en önemli ortaklarından biri olduğu söylenebilir.
Enerji kaynakları çeşitliliği, değerli maden bolluğu, dışa bağımlı ekonomiler, sermaye yetersizliği ve ucuz işgücü gibi birçok yönden zengin ekonomik fırsatlara sahip Afrika ülkeleri, bu imkânlardanötürü küresel güç rekabetinin ilgisini üzerine çekti. Çinli yatırımcılar da bu rekabetten umdukları payı alabilmek amacıyla, Afrika’nın tüm sektörlerinde varlık gösteriyorlar. Haliyle Afrika’nın temel aktörleri konumundaki Fransa ve ABD gibi geleneksel güçler, Çin’in kıtada giderek artan nüfuzundan kaygı duyan ülkelerin başında geliyor.
Çin’in büyüyen ekonomisinin ihtiyaç duyduğu en önemli girdinin, enerji olduğu biliniyor. Bu bağlamda enerji tedarikinde kaynak çeşitliliğine yönelme ve ABD’nin “kontrolü” altındaki Ortadoğu enerji kaynaklarına bağımlılığın azaltılması, Pekin’in ana stratejilerinden biridir. Bu açıdan bakıldığında dünya ham petrol rezervlerinin yaklaşık yüzde 9’una sahip Afrika kıtası Çin’e önemli fırsatlar sunuyor.
Pekin yönetiminin bu strateji doğrultusunda enerji ithalatında Afrika ülkelerine yöneldiği ve ihtiyacının yaklaşık beşte birini bu ülkelerden karşılamaya başladığı görülüyor. Yine, Çin’in Afrika’da her geçen gün büyüyen ekonomik varlığı yanında, imzaladığı ikili askeri anlaşmalar, tesis ettiği geniş diplomatik ağ ve Aden Körfezi’ni kontrol eden Cibuti’de açtığı askeri üs, onun Afrika’ya ithaf ettiği değeri ziyadesiyle gözler önüne seriyor.
GünümüzdeAfrika’da irili ufaklı54 devlet bulunuyor. Başka bir ifadeyle, BM Genel Kurulu üyelerinin yaklaşık üçte biri Afrika’da bulunuyor. BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyesi Çin için bu sayı, uluslararası sahada önemli bir diplomatik güçtür. Pekin açısından, küresel güçlerle farklı platformlarda giriştiği mücadelelerde Afrika’nın sayısal diplomatik üstünlüğünü arkasına almak, paha biçilmez bir kazanımdır.
Afrika genelinde koronavirüs hissedilebilir ölçüde etkisini henüz göstermezken, pandemi nedeniyle uluslararası piyasaların bocalamaya girmesi, Afrika ekonomilerini de zora soktu. Özellikle emtia ihracatına bağımlı olan tüm Sahra altı Afrika ülkelerinde genel talepte yaşanan şiddetli düşüşünihracat gelirlerini daraltması, hükümetleri dış borçlarını yeniden müzakere etmeye zorluyor.
Bu vaziyetin aynı zamanda birçok işletmenin iflasını ve yüksek işsizliği de beraberinde getireceği muhtemeldir. Kıtadaki birçok ülkenin yüklü miktarlarda Çin’e borcu bulunuyor. Dolayısıyla depresif boyutta finansal birkrizin kıta genelinde patlak vermesi, Çin hükümetine Afrika’daki konumunu daha da güçlendirici bazı stratejik tavizler elde etme şansı verebilir.
Koronavirüs sonrası azgelişmiş ülke ekonomilerinin dış yatırımlara duydukları şiddette bir artışmeydana geleceğinden, Afrika hükümetleri çok fazla sermaye getirebilen özel yatırımcılara oldukça olağanüstü kolaylıklar sunabilirler. Haliyle Çin bu fırsatı kaçırmak istemeyecektir. Nitekim Avrupa ve Amerika’daki piyasaların durgunluğa sürüklenmesi, buralardaki yönetimlerin Afrika’ya duyduğu ilginin azalmasına neden olabilir. Bu sebeple Çin-Afrika ilişkilerinin koronavirüs sonrası Pekin lehine hızla güçlenme ve Afrika’nın hiç olmadığı kadar bu ülkenin etkisi altına girme olasılığı, şimdilik yüksek görünüyor.