İnsanlık âlemi ve ülke olarak daha önce benzerini yaşamadığımız şeyleri iliklerimize kadar hissediyoruz… Bu yazıyı dahi evden dışarı çıkma özgürlüğümün (iki günlük sokağa çıkma yasağı nedeniyle) olmadığı halde yazmak zorunda kaldığım bir dönem. Korona (Kovid-19) virüsü tüm dünyayla birlikte bizimde korkulu rüyamız oldu.Sosyal, ekonomik sınıflar ortadan kalktı.Zenginin ve fakirin eşitlendiği bir dönemi yaşıyoruz. Zengine de fakire de ekmeğin ve suyun sokaktan dağıtıldığı bir dönem…
Yaşadıklarımız çok canlar yaktı, belki de daha çok canların yanacağı bir dönem olacak. Ne ben bu yazının yazarı olarak ne de sen bu yazının okuru olarak bundan münezzeh değiliz. Elimizden geldiğince alınması gereken tedbirleri alarak dua ediyor… Bekliyoruz. Dualarımızın yanı sıra da bu sürecin bize öğrettiklerini tefekküre imkân buluyoruz.
Neleri öğretti bize?
Bu sürecin bize çok şey öğrettiği kanaatindeyim. Ya da hatırlattığı mı deseydim? Hayatın koşuşturması içerisinde içimize yolculuğa vesile olduğu kanaatindeyim. Ölümsüz gibi yaşarken ölümlü olduğumuzu hatırlattı bize. Her an ölümün soluk borumuzu tıkayarak bizi nefessiz bırakabileceğini ve bunun soluduğumuz havadan, tuttuğumuz elden, yürüdüğümüz yoldan, yediğimizden, içtiğimizden bulaşabileceğini hatırlattı. Bundan önce ölüm yok muydu? Vardı elbette. Son bir aydır bu olay nedeniyle ölenlerden daha fazlası başka nedenlerle öldü belki ama bu olay bu gerçeği yüzümüze haykırıyor adeta… Dur insanoğlu! Bu gidiş nereye? Bu telaşın, bu hırsın nedir? Dercesine…
Önceliklerimizin neler olması gerektiğini öğretti. Bu yönüyle aslında hayatın en büyük öğretmen olduğunu bir kez daha anlamış olduk. En sevdiklerimizden bir an sonra ayrı düşebileceğimizi, her an birbirimizi kaybetme riskimiz olduğunu ve ilişkilerimizi bunun farkında olarak düzenlememiz, birbirimizin hak ve hukukunda titiz olmamız gerektiğini, elimizde olanların ne kadar kıymetli olduğunu, sahip olduklarımızın değerini kaybetmeden bilmemiz gerektiğini hatırlattı ya da gözümüze soktu mu deseydim?
Nefes alıp verebilmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu, güneşi, ayı, gökyüzünü ve denizi seyretmenin, yürümenin, koşmanın, neşeyle sohbet edebilmenin, sağlıklı olarak yaşayabilmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu, yaşadığımız her günün yaratıcımız yüce Allah’ın bahşetmiş olduğu bir nimet olduğunu. Dünün geçmiş olduğunu, yarının gelip gelmeyeceğinin kesin olmadığını, aslında bugünün ve belkide tek gerçeğin yaşadığımız şu anın olduğunu öğretti bize ya da gözümüze soktu mu deseydim.
Neleri yitirdik?
Yola çıkarken yanımızda olanların yolun sonunda neden yanımızda olmadıklarını sorgulattı bize. Ahlak ve erdem yolculuğunda hangi ahlaki değerlerimizi ve hangi erdemlerimizi yitirdiğimizi, neleri, neden hangi bedeller karşılığında nerede kaybetmiş olduğumuzu sorgulattı bize.
Belki de bu dönemin sonunda kaybetmiş olduklarımızı bulacağız. Birçok şey değişecek belki de. Şerden hayır yaratılacak olamaz mı? Daha güzel bir Dünya inşa etmek için dayanışmaya, çalışmaya, üretmeye, sevmeye, sevilmeye, birbirimizi anlamaya, teşekkür etmeye, şükretmeye, ilişkilerimizi onarmaya… Yolun sonunda tavan yapmış egolarımız, komplekslerimiz, ‘Ben’ merkezli duruşumuz ‘Biz’e evirilemez mi?
Biraz bu yönüyle baksak bu sürece. Bu zorunlu ev hapsindi, dışarıda seyahat kısıtlaması gelmişken içimize yolculuğumuza vesile kılsak diyorum. Halen soluk alıp verebiliyorken içimize yolculuk yapsak, kendimizi dinlesek. Kendimizi fethetmenin yolculuğuna çıkmaya fırsat bilsek bu süreci. Bizi insan kılan özümüze yoğunlaşsak. Sosyal mesafelerimizi korurken, duygusal mesafelerimizi, kalpten kalbe giden yollarımızı kısaltmaya çalışsak.