Tarihin hiçbir dönemi yoktur ki, “korku” devletler ya da zalimler tarafından bir baskı aracına dönüştürülmemiş olsun; tabi buna “niyet” etmiş bir devleti ve insanı merkeze alırsanız…
Bazen devletler korkuyu suni bir şiddetle üretirler bazen de tam istedikleri bir “denk gelme” ile avuçlarında buldukları bir şiddeti buna vesile yaparlar…
Korkunun bir devletin elinde nasıl bir baskı aracına dönüştüğünü/dönüşebileceğini bazı somut örnekler üzerinden izah edeceğim…
Çünkü bu konu, soyut bırakılamayacak kadar çok somut örneklerle kendini tanıttı insanlığa…
Yaşanmış ya da yaşanabilecek ihtimalde ki hiçbir şiddet, yok sayılamaz elbette…
Lakin bütün ömrü de korku şüphesiyle, korkuya esir edemeyiz ki…
Devletler ya da devletler adına birileri veya inançlar, ideolojiler ve saplantılar yüzünden bir başkaları, masaya hep korku kartını sürmüşlerdir…
Gerçekleşebilecek ya da gerçekleşme ihtimali dahi olmayan olayların acılarını vaktinden önce insana yaşatan bu korku fırsatçıları, işlerini hiçbir zaman hafife almadılar…
Ürettikleri hayali korkunun zihinlerde oluşturduğu şiddet, devasa kitleleri adeta kendine esir yaptı; hatta “İnsanı kendi kendine esir aldırdılar” desek daha doğru olur kanaatimce…
Hitler asla herkesin yanına bir Gestapo üyesi koyma gücüne erişemedi; ama herkesin kafasına, onu yeteri kadar kontrol edecek hayali bir Gestapo üyesini korku ile yerleştirdi…
ABD, 11 Eylül saldırısını kendi baskı politikaları açısından, asla erişemeyeceği bir “meşru” şemsiyesiyle uyguladı…
“Eğer kendi güvenliğimiz için Irak’ı, Afganistan’ı istediğimiz şekle sokamazsak yeni 11 Eylüller gelir” diyerek, birçok ülkeyi kan gölüne çevirdi; üstelik bu sayede kendisine seyirci yapabildiği dünya insanlığının önde…
Bugün çok garip, acı bir denk gelme üzerinden iki hadiseyi karşılaştırarak kısaca analiz edeceğim; yazımın ana temasına sadık kalarak ve başları kesilen iki öğretmen üzerinden…
Biri Menemen’de Yedek Subaylık yapan Kubilay öğretmen idi, diğer de Fransız Samuel Paty…
Ne garip değil mi?
Provokasyonu yapanların, vahşice kafa kesenlerin hedefe konanlarla zerre kadar ilişkisi yok; ama olsun Macron’un, İsâm’a ve Müslümanlara karşı geliştireceği baskı politikalarının kapısını aralayacak çok işlevsel bir anahtar olmaya yeterli neticede…
Çünkü olay, ahlaksız bir derginin İslâm Peygamberini hedefe koyması sonrasında gerçekleşti ve bunu da onların üzerine “yafta”lamak çok rahat olacaktır…
Makron Müslümanlara karşı saldırgan siyasetiyle sahayı açtı, aptal, ahlaksız dergi açılan sahada pası verdi ve provokatör de tam isabetle olayı hedefine erdirdi…
Bunun artık bir baskı unsuru olarak kullanılacağını nereden mi anlıyoruz?
İşte Macron’un sözleri: “Bizler, özgürlük ve Cumhuriyet için savaşacağız, Samuel Paty, Cumhuriyet’in ve özgürlüğün bir yüzü haline geldi…”
Bu vahşet olaylarına karşı mücadele elbette olmalı; ama hedef şaşırtarak değil…
Evet, benzer örnek bizim tarihimizde de yaşandı ve kodları bakımından da çok benzerlikler taşıyorlar…
“Menemen Olayı”ndan bahsediyorum…
Dönemin Tek-Parti yönetimine arayıp da bulamadığı bir fırsatı vermişti çünkü…
Abim Dr. Eyüp Öz mastır tezini “Menemen Olayı” üzerine yaptığı için, konunun çok farklı boyutlarına ışık tutabilmişti; “Mehdicilik” parantezini de açarak…
Sahte bir “derviş”in sebep olduğu vahşet, tarikatların ve cemaatlerin canına ot tıkamak için bulunmaz bir anahtar oldu ve baskı politikalarının merkezine oturdu…
Vahşeti yapanın, vahşeti fırsata çevirenin kim olduğu açık; amaçlarına da ulaşmış görünüyorlar…
Bunun yanında kimlerin mağdur olduğu da açık…
Kafaları kesilen iki masum öğretmen ve hedefe konan, baskılanması istenen inançların mensupları…
Ne yazık ki tarih en acı soruları çoğu zaman aynı yerlerden soruyor; lakin insanlığın bu soruları tecrübenin ışığında ve de soğukkanlı olarak cevaplaması o kadar da kolay olmuyor…
Dilerim ki en azından bu defa insanlık soğukkanlılığını korusun, aklını, mantığını devreden çıkarmasın ve isteyene istediğini vermesin…