Türkçe ezan tartışması…
‘Çarşaflı kadın’ın “Atatürk ilah değildir’ açıklaması sonrası ortaya dökülen eleştiriler…
Diyanet İşleri Başkanı’nın Kadir Mısıroğlu’nu ziyaret etmesi filan…
Bu memleketin gündemi hiç değişmiyor değil mi?
Yakında Ali Kalkancı, Fadime Şahin operasyonlarına da girişirlerse hiç şaşırmayalım.
Bu köşede yazmaya başladığımız ilk günden bu yana bir şey söyleyeme çalışıyoruz: Soğuk Savaş refleksinden kurtulamadığımız sürece, bu ülkenin kılcal damarlarına sirayet etmiş ihanet tortusunu kazıyamadığımız sürece –maalesef- tarih tekerrür edecek!
Birkaç hafta önce, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarının ideolojisini yazmış olan Siyonist emperyalizmin ve Kemalist propagandanın öncü ismi Moiz Kohen (Munis Tekinalp) ve artıklarının bu toplumun bazı dinamiklerinde hâlâ etkili olduklarını hatırlatmaya çalışmıştık.
Yani o dönem başlayan operasyonların hâlâ devam ettiğini…
Ve her seferinde bu tuzağa düştüğümüzü, düşmeye yatkın olduğumuzu…
Bazılarımızın kafası çok karışık…
5 Ağustos 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nin manşetini hatırlayanımız vardır: “Atatürk yarım bir ilahtır.”
Haberin spotu şöyledir: “Türklerin babasıdır. Hiçbir devlet şefi için hayatında bu kadar heykel dikilmemiştir; ne Mussolini’nin ne Hitler’in ne de Lenin’in anıtları onunkilerle ölçülemez.”
Ne şeref!
Bir beşer için böyle bir haber yaptığınızda ve manşet attığınızda hiçbir sorun olmaz.
Ama tam tersini yaptığınızda kelepçeyi yer, kodesi boylarsınız!
Bize “vatansever” olarak yutturdukları Moiz Kohen’in “Kemalizm” kitabındaki “Kahrolsun Şeriat Hükumeti” yazısından birkaç satır okuyalım:
“Lozan muahedesinden sonra, İstiklal mücadelesi (…) dâhili (iç) düşmana tevcih edildiği zaman, kafası ezilecek olan bu düşmanın adı teokrasi idi. (…) Ve hep aynı muzır zihniyet yüzünden bütün Türk Milleti göze görünmez kafeslerin arkasında Garp kültüründen uzak, menbaı Arapistan çöllerinde bulunan ruhani ve şer’i kanunların tesiri altında yaşamaya mecbur bulunuyordu. Kamal Atatürk, hasmın kuvvetini hiçbir zaman azımsamamıştır. Ona cepheden hücum etmenin cüretkârlık olacağını bilmiyor değildi. Sarığın festen çok daha tehlikeli olduğunu söylemek zaittir. Sarık bir remiz, bir tılsım değil, bir düşmandı, şeriatin ta kendisiydi.” (94, 95, 104)
Şu cümleler de “Safi” imzasıyla “Türk’ün Yeni Amentüsü”nü (!) yazacak –ama hakkında tek bir soruşturma açılmayacak- kadar densizleşen Moiz Kohen’e aittir:
“Kahramanlığın örneği olan ve vatanın istiklâlini yoktan var eden Mustafa Kemal’e, onun cengâver ordusuna, yüce kanunlarına, mücahit analarına ve Türkiye için ahiret günü olmadığına iman ederim. İyilikle fenalığın insanlardan geldiğine, büyük milletimin medenî cihanda en büyük mevkii kazanacağına, hamaset dasitanlarıyla tarihi dolduran kudretli Türk ordusunun birliğine ve Gazi’nin Allah’ın en sevgili kulu olduğuna, kalbimin bütün hulûsiyle şehadet eylerim.”
Demek ki, değişen hiçbir şey yok; hatta değişmesi de muhal…
Millet olarak…
Milletin büyük ekserisi olarak hâlâ Moiz Kohen’in silinmez tebeşirle çizdiği yolda ilerliyoruz.
Kutlu olsun, ne diyelim…