Körfezdeki Arap ülkelerinin birbirleriyle ilişkileri şaşırtıcı bir gelgit ile devam ediyor. 2014 yılında Suudi Arabistan, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri Katar ile diplomatik ilişkilerini sürpriz bir şekilde kesmişlerdi. Daha sonra ilişkiler kaldığı yerden devam edecek şekilde normalleşmişti.
Şimdi de Trump’ın Suudi Arabistan gezisinden günler sonra dört Arap ülkesi Katar ile olan bütün diplomatik ilişkilerini kestiklerini ilan ettiler. Böylece Katar yakın çevresindeki diğer Arap ülkeleri ile kendisini oldukça zora sokacak bir sürece girmiş oldu.
Hicaz ve Körfez ülkelerinin birbirleri ile ilişkilerinde öteden beri bir dayanışma içinde olageldikleri ve Suud Krallığı’nın körfez ülkeleri üzerinde sözünün etkili olduğu bilinir. Fakat katar diğerlerince henüz düne kadar stratejik ortak olarak kabul edilen, körfezde küçük bir ülke olmasına rağmen uluslararası politika ve diplomatik becerisiyle gündemde adı sıkça anılan bir ülke olmaktaydı.
Mısır’da darbeci Sisi yönetimi, Suudi Krallığı, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn Katar’ı uluslararası camiada zora sokacak gerekçelerle aynı anda ilişkilerini kesitler. Bu ciddi iddialara dayalı yalnızlaştırma, Katar bakımından tam bir tecrit anlamına geliyor. Katar’ın elinde dünyaya açılacağı tek kapı olarak Arap Körfezi kalıyor. Diğer yandan, bu yalnızlaşmanın Katar’ı büyük komşusu İran’ın kucağına itip itmeyeceği de bir merak konusu.
Şimdi gelelim diplomatik ilişkilerin kesilmesine yol açan iddialara… Diplomatik ilişkilerini kesen ülkeler, kendilerini “terörizmden ve aşırılıktan korumak üzere” bu kararı aldıklarını ilan ettiler. Suudiler’in asıl kızgınlıkları Katar’ın, Yemen’deki İran tarafından desteklenen Husi militanları ilişkisi olarak gösteriliyor. Bunun yanı sıra Suudiler, Katar’ın teröre gizli ve açık desteğinin sürdüğünü ve İran bağlantılı terörle ilişkisi olduğunu iddia ediyorlar.
Kuşkusuz bu iddiaların hepsinin ispata muhtaç olduğunu belirtmek gerekir. Ancak geçmiş yıllarda Katar’ın savunma ve askeri amaçlardan başlayarak ekonomik ilişkilere kadar Suudi yönetimiyle her zaman iç içe olduğu biliniyordu. Öncelikle, yaşanan bu kriz, Suudilerin başını çektiği Koalisyonun çatlayıp zayıflaması anlamına geliyor.
İkinci bir nokta ise Mısır’ın körfezde daha etkin hale gelmesi. Mısır Katar’ı terörist örgütleri barındırmakla suçluyor idi. Başta İhvan olmak üzere diğer gruplara destek vererek Mısır’ın güvenliğini tehdit ettiğini iddia ettiğini iddia ediyordu.
Katar’a karşı ileri sürülen iddialardan en vahimi ise El Kaide ve İşit gibi terör örgütlerine destek verdiği iddiası. Bu iddia, Katar’ın uluslararası kamuoyunda da yalnızlaşmasına yol açacak ciddiyettedir.
Katar’ın yaşadığı bu krizin, ülkenin itibarına ve ekonomisine ciddi zarar vereceği çok açık. Ülkenin diplomatik ilişkileri kesen ülkelerle kara, deniz ve hava bağlantılarının kesilmesi gibi ciddi bir sonuç doğuruyor. Hâlbuki ancak Körfezdeki bütün ülkelerin birbirleriyle yakın ilişkileri kurmaları, bu ülkelerin ekonomik, kültürel, sosyal ve psikolojik açılardan ayakta kalabilmeleri bakımından önem taşıyor.
Körfez ülkeleri arasında yaşanan ve geçen haftanın müttefiki bu haftanın düşmanları olma halinden çıkarılması gereken dersler var. Dünya bültenin de geçen yılın Şubat ayında yayınlanan “Türkiye, Sünni-Şii denkleminde Yer Almamalı” adlı analiz yazımda dile getirdiğim gibi Hicaz ve Körfez ülkeleri Türkiye’nin müttefikliğini kaldırabilecek potansiyelde ciddi ülkeler değiller. Türkiye’nin, birbirleriyle ilişkilerinde bile gecelik değişiklik ve istikrarsızlıkların yaşandığı bu ülkelerle ilişkilerde temkin elden bırakılmaması gerekir. Körfezde uzun soluklu hiçbir hareket planlanamayacağı herkesin malumudur.
Bilindiği üzere bu ülkelerin çoğu, kendilerinin de ifade ettiği gibi kabile ve aşiret düzenini tanıyan bir aristokrasi üzerine kurulu; bir hanedan tarafından yönetilen; halkın iradesinin dikkate alınmadığı ülkeler.
Daha da karışık olan tarafı ise bu devletler, dış politika tercihlerindeki icazetlerini asıl kurucu iktidar olan İngiltere ve daha sonraki dönemlerde ABD’den alan krallıklardır.
Dış politikada öncelik olarak kesinlikle, devletleşme sürecini tamamlamış olan ve devlet ciddiyetini ve politikalarını istikrarla ispat etmiş olan Batıdaki ve Doğudaki bütün ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesi zorunludur.
Bunun yanında öncelikler listesinde, Türkiye’nin Kuzey Afrika, Kafkasya, Balkanlar ve iç Asya ülkeleri ile ticari, ekonomik, kültürel ve sosyal ilişkilerini geliştirmeye devam etmesi daha kalıcı ve anlamlı olacaktır. Bunun körfez ülkelerini yok sayma anlamına gelmediğini hatırlatmak gerekir. Mesele sadece önceliklerin değiştirilmesiyle ilgilidir…